Bir gece ansızın gelebilirim!

Ümit Yaşar Oğuzcan'ın o güzel mısraları nasıl başlıyordu

Bu kadar yürekten çağırma beni

Bir gece ansızın gelebilirim

Beni bekliyorsan, uyumamışsan

Sevinçten kapında ölebilirim.

Şimdi değişti bu satırlar. Yürekten 112 acil servisi çağırmayı bırak; istemesen de bir sabah ansızın geliyorlar kapına. Genelde de tahmin edildiği için bekleniyorlar zaten; uykusuz gözlerle

Artık gazetecilik için bir kalem bir de valiz gerekiyor. Olmazsa olmaz ikili oldular. Çünkü her an polis gelir ve sabahın köründe gözaltı riski ile yaşıyorsun.

TEPAV'dan Güven Sak Hoca veriyor: Türkiye'de 'Hukuk Endeksi' Abdülhamit'in İstibdat Dönemi ile eşdeğer seviyede.

Eeee Abdülhamit özlemini bir şekilde gidereceklerdi; buldukları yol "istibdat" benzeri bir şey oldu.

Lakin bu yazı bu konuları içermiyor. Yani bu yazıda "bir gece ansızın gelebilirim" kısmına bakmayacağız.

Bence Türk Halkını ilgilendiren kısmı ilk satırda yatıyor: "Bu kadar yürekten çağırma beni" kısmı

Hani 'kötü düşünme-kötüyü çağırmış olursun' derler ya; tam o. Bu kadar yürekten ne çağırmış olabiliriz ki; gece ansızın değil, güpegündüz açıktan açığa çıkageliyor.

Mesela TÜSİAD operasyonu çekildi; polisler kolda pozlar verdirildi. Şimdi bir de mahkemede yargıç karşısına çıkacaklar. Bu sıkıntıyı kim yürekten çağırmış olabilir Bu soru önemli çünkü masadan kalkarken hesabı bu yürekten çağıranlar ödeyecek.

Bela üstüne belaSıkıntı üstüne sıkıntı.

Elbette bunun ekonomik faturası daha ağır olacak. Bunu herkes bilir. Kısa vadede değil ama ortauzun vadede epey acımız olacak.

Hukuk-adalet yoksa ne huzur olur ne de geçim. Kural tanınmayan yerde ekmek olmaz; aş-iş olmaz. Olsa da kölelik olur; sömürü düzeni olur. Yani orada İNSAN olmaz.

Türkiye'de üretim kısmında iki temel sorun var. Bunlardan ilki son dönemin hastalığı: Üretemiyoruz.

Önceki gün sanayi üretimi açıklandı. Üretim adeta "Nass Ekonomi Modeli" döneminde yerinde sayıyor. Zaten GSYH verilerinde de büyüme ekseninde sanayinin artışı sadece yüzde 0,5

İkinci temel sorun ise değer üretimi; yani teknolojik ilerleme. İşte orada durum daha vahim. 2007 sonrası adeta teknolojik ilerlemesi durmuş bir Türkiye var karşımızda. Yüzde 60 orta-düşük teknoloji oranı ile ihracatımızı sürdürüyoruz. Sadece yüzde 40 oranında orta ve üst teknoloji ihracat oranımız var. Bu oran 2007 yılından beri adeta yerinde sayıyor.

Oysa 1995-2007 döneminde her yıl hızlı adımlarla ilerleyen bir teknolojik düzeyimiz vardı. Onu durdurdular

Böyle bir atmosferde kalıcı refah asla ve asla olamaz. Sadece seçim dönemlerinde seçimden sonra geri alınmak üzere verilecek rüşvetvari ücret artışları olur; o kadar

Kalıcı fakirlik şimdilik kaldırılabilir. Oysa asıl sorunumuz sonraki kuşaklar. Hızla yaşlanıyoruz ve geriden çözük gelmiyor. Şu anki çocukları da eğitim sistemi ile yetiştirmiyor, tersine boşu boşuna okullarda yok ediyoruz.