''Sen sus bari!''

Irak'ın kuzeyinden gelen şehit haberleri yüreğimizi dağladı. Fırsatı ganimet bilenler hemen klavyelerine sarıldı. Onlardan biri de Gazeteci Yılmaz Özdil oldu. Kahramanmaraşlı Şehit Sözleşmeli Er Müslüm Özdemir'in ailesi depremzedeydi. Köylerinde yaşadıkları ev hasar görmüştü. Ve Yılmaz Özdil gibi isimler aradığı fırsatı bulmuş gibi davrandı. Yine devlete saldırdı. Çadırda kalan depremzede şehit ailesi fotoğrafını görünce ilk anda "Bu da bizim ayıbımız olsun" diye içimden geçirdim.

Ama sonra paylaşan kişinin "Öyle bir meze yapar ki, Kıbrıs'ı veresin gelir" diye köşe yazısı yazan Yılmaz Özdil olduğunu düşününce gerçekten ne olmuş diye bakma ihtiyacı hissettim. Ajanstan gelen görüntüleri izledim. Depremzede ailenin konteyner kentte yeri var. Ancak aile evinin bahçesinde soba kurduğu Kızılay çadırını da kullanıyor. Elbette gönül herkesi kalıcı konutlara yerleştirmek istiyor ama asrın felaketinde bu bir kapasite meselesi ve şimdiye kadar 50-60 bin daire ancak inşa edilebildi. 104 milyar dolarlık bir yıkım var. Kalıcı konutlar için tam kapasite ile çalışılıyor. Bir mezeye Kıbrıs'ı Rum'a peşkeş çeken, Atatürk leblebi yerdi kitabını 600 dolara satan, denize villa yürüten Özdil bunları bilmiyor mu Biliyor elbette... Zira bizim gibi o da istese kısa bir araştırma ile durumu öğrenebilir. Hadi Varsayalım Özdil'in dediği gibi olsun. Öyle değil ama depremzede aile çadırda kalıyor olsun. Hükümet o aileye yetişememiş olsun. İyi de CHP'nin 11 Büyükşehir Belediyesi, yüzlerce ilçe belediyesi nerede

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın zimmetlediği konteyner kentlerin ihtiyaçlarını AK Partili belediyeler sessiz sedasız temin etmeyi sürdürürken, deprem turisti gibi felaket bölgesine gelip sonra da unutan, liste savaşları derdine düşen CHP'ye de iki söz söylemek gerekmez mi

Özdil, "güvenlik zirvesi sarayda" diye yazdığı yerin Dolmabahçe'deki Cumhurbaşkanlığı çalışma ofisi olduğunu ve Atatürk'ün uzun yıllar yaşadığı Dolmabahçe Sarayı ile ilgisi olmadığını da biliyor aslında.

Üzeyir Garih Cinayeti

Şimdi "Durup dururken nereden çıktı bu başlık diyenler olabilir. 24 Muhabiri Ahmet Arı, Fatih Camii İmamı Ahmet Galip Usta ile hastanede ilk röportajı yapan haberci oldu. İmam Usta'nın "bıçak üç santim daha yukarı gelse kurtulamazdım" sözleri beni 25 Ağustos 2001'e götürdü. Zira Alarko Holding Kurucu Eş Başkanı Dr. Üzeyir Garih'i öldüren Yener Yermez, askeri kışladan kaçmış, Eyüp Sultan Mezarlığı'nda, İşadamı Garih'i 11 bıçak darbesiyle öldürmüş, sonra da yine kışlasına dönmüştü. "Hırsızlık için yaptım" diyen Katil Yermez, ne binlere dolarlık kol saatini ne de cüzdanı almıştı. Yani karanlık eller iş başındaydı. Yermez, müebbet hapis cezası aldı. Ama saldırının üstündeki sır, sis perdesi hiçbir zaman aydınlatılamadı. O yüzden Fatih Camii'nde 2 kişinin bıçaklandığı olayın da hafife alınmaması gerekir diye düşündüm. Zira son dönemde yaşananların tesadüf olduğunu düşünmüyorum. Mesele tamamen Türkiye Ekseni ile ilgili bence... Peki o ne derseniz Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın MİT'n 97'inci kuruluş yıldönümündeki sözlerini aşağıya bırakıyorum.

"Eskiden olduğu gibi 'Başkaları ne der' kaygısıyla hareket etmiyoruz. İç ve dış siyasette aldığımız her kararı, hayata geçirdiğimiz her politikayı tamamen Türkiye eksenli olarak belirliyoruz"

Bu arada birkaç önemli haberi sizinle paylaşayım. TSK dünya orduları sıralamasında üç basamak birden yükselerek sekizinci sıraya geldi.

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarına son olarak Moody's eklendi ve Türkiye'nin kredi notu görünümünü "durağan"dan "pozitif"e çevirdi. Yani Türkiye'yi yolundan döndüremeyecekler...