Yıllık izin devam ediyor.
Ancak elbette yazılarımızı da ihmal etmemeye çalışıyorum.
Şunun altını net olarak çizmem gerekiyor.
Herkesin gerçekten biraz kafa dinlemesi; günlük sorunlardan uzaklaşması şart...
Bu yüzden kafa konforuna da yatırım yapmak gerekiyor.
Sıla-i rahim ziyaretlerimize Niğde'den sonra Mersin durağını da ekledik.
Liseden çok sevdiğim bir arkadaşımın uzun süredir davetine icabet edememiştik.
Sonunda gitmek nasip oldu.
Fatih Sultan Özkan, İstanbul'u bırakıp Mersin'e gidip tüm hayatını baştan sona değiştirme cesareti gösteren ender arkadaşlarımdan birisi...
Bu vesileyle ziyarette limon bahçelerini de dolaştık.
Birçok yeni bilgi öğrendim.
Mesela muz meyvesi ağaçtan hasat edildikten sonra o dalın kesilmesi gerekiyormuş.
Zira başka bir daldan yeniden muz bu şekilde veriyormuş.
Avokadoların güneşte kuruduğunu bu yüzden etrafına bezden koruma yapıldığı ancak onun da güneşi geçirecek kadar delikli, ama yanmasını önleyecek kadar da kalın olması gerekiyormuş.
Öncelikle şunu söylemeliyim...
Hani yazın son günleri olmasına karşın Mersin'de öyle bir nem var ki yani gerçekten yaşamak için dahi ayrı bir motivasyon istiyor.
Yani bir nevi survivor...
Fatih ilk Mersin'e yerleştiğinde köylüler önce biraz burun kıvırmış, işten anlamıyor diye hafiften küçümsemişler.
Ancak o hızlı giriş yapmış, bahçecilik, limon vs. ne kadar kitap, video, bilgi içeren doküman varsa peşine düşmüş.
Özetle ilk yıllar zorlansa da bilgisiyle yıllar içinde çevresinde epey bir saygınlık kazanmış. Hastalıklar hakkında verdiği tavsiyeler...
Ağaçların suni gübreye alıştırılmasını getirdiği sorunların tespiti ki, "Ağaçları tembelleştiriyor, topraktaki canlıları öldürüyor" diye anlattı.
Onun yerine daha az ilaç, daha çok doğal gübre ile verilen mücadeleler vs...
Örneğin elindeki bir mikroskopla limona yapışan zararlıları incelerken onu gören komşular bir süre sonra "ondan bize de alır mısın nereden getirdin" diye kapısını çalmaya başlamış.
Güzel, meşakkatli bir başarı hikayesi özetle...
Neyse konuyu dağıtmadan limon meselesine gelmek istiyorum.