Vahidiyet, Allah'ın kâinat çapındaki kudretini ifade eder. Yani galaksilerden atomlara kadar bütün varlık aynı kanunlara tâbidir; evrenin her noktasında aynı düzen çalışır.
Yerçekimi kanunu da ışığın hızı da atomların yapısı da evrenin neresine bakarsanız bakın aynı şekilde işler. Bu, bir vahdetin işaretidir. Kur'ân'ın birçok ayette hatırlattığı "Göklerde ve yerde ne varsa O'nundur" mesajı da bu küllî tecellinin ifadesidir.
Ehadiyet ise daha derin ve hususî bir hakikati gösterir. Allah'ın birliği sadece bütün kâinatta değil, her bir varlıkta ayrı ayrı tecelli eder. Bir hücredeki DNA düzeni, bir kar tanesinin geometrisi, bir bebeğin tek bir hücreden yaratılması... Hepsi ehadiyetin delilleridir. Her bir varlık sanki tek başına yaratılıyormuş gibi özel tasarımla var edilir.
Kuantum dolanıklığına vahidiyyet ve ehadiyyet penceresinden baktığımızda ise bilim ile vahyin nasıl buluştuğunu görürüz. İki parçacığın mesafeye rağmen birlikte davranması, Ehadiyetin "vasıtasız tecelli" özelliğine benzer. Evrenin yaratılışında dolanıklığın yaygın olduğu ve bu izlerin hâlâ gözlenebildiği belirtilmektedir. Bu durum ise vahidiyetin "umumî/her şeye şâmil "birlik" tecellisini hatırlatmaktadır.
İbni Arabî'nin "okluk bir perdedir; hakikat birdir." sözü, kuantum fiziğinin ortaya koyduğu verilerin başka bir ifadesidir. Biz çokluk görüyoruz çünkü gözlerimiz kesret âlemine bakıyor. Oysa parçacıklar ve enerji düzeyinde ayrılık yoktur; tam tersine her şey derinden birbirine bağlıdır.
Kuantum uyumunun bozulması (Dekoherens), kuantum hâlinin çevre ile etkileşime girerek klasik davranışa bürünmesidir. Yani parçacıklar ilk hâllerindeki birlik yapısını kaybedip ayrıymış gibi görünürler. Bu, evrenin başlangıçtaki birlik hâlinden çokluk dünyasına geçişini hatırlatır. Büyük Patlama sonrası galaksilerin, yıldızların ve gezegenlerin oluşması; birliğin kesret perdesine bürünmesidir.
İnsanın iç dünyası da bu modele benzer. İnsan aslında ruh, beden, zihin ve kalp bütünlüğünden yaratılmıştır. Fakat dünyevî telâşlar, stres, kaygı ve dağınık hayat tarzı insanı parçalanmış hissettirebilir. Bu modern parçalanmışlık, tıpkı "uyumsuzluk gibi bir görünüştür"; hakikatte insanın özü birdir.
Bediüzzaman Said Nursî'nin "mana-yı ismî– mana-yı harfî" ayrımı da bu ilişkiyi daha iyi anlamamıza yardım ediyor. Bir varlığa sadece "kendi adına" bakarsak, onu bağımsız bir şey zannederiz. Bu bakışla kuantum dolanıklığı bir "sır" gibi görünür. Oysa varlığı, "işaret ettiği anlam" üzerinden okursak, yani mana-yı harfî ile bakarsak, her şeyde tevhidin mührünü görürüz. Dolanıklık da böyle okunmalıdır: İki parçacığın ortak davranışı, kâinatın birlik içinde yönetildiğinin bir işaretidir.

7