Bir kuantum hikâyesi ve meraklı yolcu-4

Kolektif şuur ve küresel tesir çalışmaları

"Rezonans kanunu" üzerine çalışan bilim insanları, insan bilincinin bir tür mıknatıs gibi çalıştığını söyler.1 Buna göre insanın derin inançları, duyguları ve niyetleri belirli bir frekans üretir. Kişi hangi frekansta (duygu ve düşünce ortamında) yaşıyorsa, hayatına da o frekansla uyumlu olaylar, insanlar ve tecrübeler çıkar. Yani sürekli korku ve endişe üreten bir zihin, benzer deneyimleri; umut, güven ve şükür üreten bir zihin ise başka türden karşılıkları hayatına davet eder.2 Bu açıdan düşüncenin madde üzerindeki etkisi konusu, bilim dünyasında aktif olarak araştırılmaya devam etmektedir.3

İnsan zihninin toplu halde bir fiziksel etki oluşturup oluşturamayacağı da merak konusudur. Özellikle "Küresel Şuur Projesi" gibi girişimler, dünya çapına yayılmış rastgele sayı sistemlerinin, büyük kitlesel odaklanma anlarında (meselâ küresel çapta üzüntü veya sevinç oluşturan olaylar) sıra dışı sapmalar gösterdiğini rapor etmişlerdir. 1998'den bu yana süren deneylerde, önemli dünya olayları sırasında bu cihazların verilerinde istatistiksel olarak anlamlı düzensizlikler gözlemlenmiştir.4

Bu sonuçlar, insanlığın ortak duygu ve düşüncelerinin fizikî sistemlerde ölçülebilir bir iz bırakabileceği şeklinde yorumlanıyor. Kimi araştırmacılar bunu "kolektif şuur alanının bir yansıması" olarak görüp, geniş insan kitlelerinin birleşik niyet ve nazarının madde dünyasında bir karşılık bulabileceğini belirtiyor.

Tüm bu bulgular bir araya getirildiğinde ortaya çıkan tablo şudur:

Modern bilim, kâinatı artık katı, sabit ve bilinçten bağımsız bir yapı olarak görmemektedir. Aksine, gözlemcinin, bilincin ve hatta niyetin hesaba katıldığı daha esnek bir gerçeklik anlayışına doğru ilerlemektedir. Bu zemin, niyet ve nazarın inancımızdaki anlamıyla örtüşen bir manaya işaret etmektedir.

Tevhidî Dünya Görüşünde Niyet ve Nazar

İslâm, kâinatı parçalı ve kopuk bir yapı olarak değil; birlik içinde işleyen anlamlı bir bütün olarak okur. Bu okumanın merkezinde tevhid vardır. Tevhid, sadece "Allah birdir" demek değil; aynı zamanda hâkim olan kudretin, hükmün ve anlamın tek kaynağının Allah olduğunu idrak etmek demektir. Böyle bir idrak, insanın kâinata bakışını kökten değiştirir. Artık hiçbir şey başıboş, tesadüfî veya anlamsız değildir; her varlık, O'nu gösteren bir ayet, bir işaret hâline gelir.

Kâinat, birbirinden kopuk parçaların toplamı değil; birbiriyle irtibatlı, konuşan ve etkileşen bir bütündür. Görünen âlem ile görünmeyen âlem arasında kalın duvarlar yoktur. Maddî olan, manevî olana; manevî olan da maddî olana sürekli etki eder. Bu anlayış, Bediüzzaman'ın mana-yı harfî kavramıyla aynı şeye işaret etmektedir. Bu varlığın Hakk'a bakan yüzünü merkeze alan bir okumadır. Kur'ân'daki şu hakikat, bu bütünlüğün insan hayatına yansımasını açıkça ortaya koyar: "Allah, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe onların durumunu değiştirmez."5