Algı mı gerçeklik mi Yoksa her şey mercekte mi saklı (2)

Gerçeğin yansıması, medyanın elindeki aynalara bağlıdır. Nasıl ki bir ayna eğriltilirse görüntü de bozulur, medya da olayları sunduğu açıyla toplumun hakikati kavrayışını şekillendirir.

Sonuç olarak bu algıyı kırmak mümkündür. Bediüzzaman'ın dediği gibi, insanların fikirleri muhteliftir, fakat maksatları bir olabilir. Eğer bizler, kendi "kalın merceklerimizi" fark eder, farklılıkları bir tehdit değil zenginlik olarak görürsek, kutuplaşma algısı da yerini daha sağlam bir toplumsal uyuma bırakacaktır.

Bu veriler, Risale-i Nur Külliyatının hakikat ve algı arasındaki ince çizgiye dair derinlemesine kavrayışıyla örtüşmektedir. Bediüzzaman, defalarca "zâhirperestlik"ten, yani görünenle yetinmekten ve hakikatin derinine inmekten uzak durmanın tehlikelerine dikkat çekmiştir. Toplumsal kutuplaşma algısı da görünenin ötesindeki gerçekliğe nüfuz edememekten kaynaklanan bir yansıma olabilir.

Oysa insan, gördüğünü mutlak sanma tuzağına düşer. "Benim gördüğüm, herkesin görmesi gerekendir" demek, kırmızı camlarla dünyaya bakıp "Gerçek, kırmızıdır!" diye ısrar etmek gibidir. Peki ya aynayı tutan el, camın rengini seçme gücüne sahipse

Sosyal medya, bu anlamda "kırık bir ayna" görevi görür. Algoritmalar, insanları düşünce kabarcıklarına hapseder; herkes kendi yankılarını dinler. Bir seçim döneminde taraftarların, kendi adaylarının kazanacağına dair mutlak bir inanç beslemesi bundandır. Onlara göre "her şey kırmızı" ya da "her şey mavi"dir. Oysa gerçek, bu ikisinin ötesinde bir renk cümbüşüdür.

Peki, çözüm Aynaların arkasına geçip camın rengini görmek... Yani medyanın, sosyal platformların ve hatta kendi önyargılarımızın bize dayattığı filtreleri fark etmek. ünkü hakikat, tek bir rengin tekelinde değildir. Said Nursî, kişilerin sadece kendi doğrularını mutlak kabul ederek diğer görüşleri "tehdit" gibi algılamasını, enaniyetin tuzağı olarak niteliyor. Ona göre, "müsbet hareket" yalnızca bir sosyal tutum değil, aynı zamanda zihnî ve manevîi bir disiplin anlamına gelir. Külliyattaki birbirini "tekfir" değil, "tevkif etmek" veya "müzahir olmak" ilkesi, farklı görüşlerin çatışma değil, hakikati arama ortamı olarak görülmesine işaret etmektedir.