Zamana ve mekana şahitler miyiz

1

Çok pişmanım...

Yaşadığım zamana ve mekanlara karşı şahitlik görevimi yapmadığımyapamadığım için çok üzgünüm.

Ona güvendim diyebileceğim güçlü bir hafızam da yoktu üstelik...

Onca görmüş-geçirmişliğimin, onca yaşanmışlıkların ve tanışıklıkların hiç birisi hakkında, hiç not tutmadım, kayıt oluşturmadım.

Allahualem; yoksulluk ve yoksunluk içinde geçirdiğim çocukluğum ve gençliğime dair anıları, o günleri bir daha hatırlamak istemeyeceğim için;

Gün bugündür... Her şey 'bugün' içinde olup bitmektedir-olup bitmelidir; dediğimizden zahir;

Yarına dair, ne ehemmiyet verilecek bir beklentimiz ne de öyle kurgulanmış bir gelecek planımız olmadığı için de olabilir... not tutma ihtiyacı duymadık anlaşılan.

Geçmişe dair not tutmanın önemini kavradığımızda ise; artık bir alışkanlık haline gelmiş, günlüknot tutmama halini aşamadık.

Öyle ki; yaşlılık nedeniyle unutkanlığımızın çoğaldığı bir demde eşim, not tutmamı söylediğinde, çok matah bir şeymiş gibi; "Ben öğrenciliğimde bile not tutmadım, şimdi mi not tutacağım" demiştim...

İyi ki Ömer Dinçer öyle yapmamış...

2

"Prof. Dr. Erdoğan Teziş başkanlığındaki YÖK açık bir şekilde hükümete karşı tavır almıştı. Bu duruşunu gizlemiyor ve her fırsatta belli ediyordu... YÖK Başkanı ve üyeleri ideoloji gözlüğünün gösterdiği dışında hiçbir şey görmeyen, 28 Şubat komutanlarının emirlerini kutsal bir görev gibi ifa ediyorlardı. (...)

O günlerde Üniversiteler Arası Kurul (ÜAK) Başkanı ve üyeleri Sayın Başbakanımızdan randevu talep ettiler. (30 Nisan 2004) (...) Heyetteki bütün üyeler ve hükümet kanadı teklifi benimsediler ve daha ayrıntılı açıklama yapmam için bana fırsat verdiler. Gerekli açıklamadan sonra herkes derin bir nefes almış ve ilk defa sorunun çözümü konusunda bir ümit ışığı doğmuştu. (...) Ertesi gün teklif için bir kanun metni hazırlamak üzere bir heyet oluşturuldu (...) heyetteki bütün üyelerin oy birliği sağlanana kadar üzerinde kelime kelime tartışılan bir metin yazıldı. (...)

Pazartesi (3 Mayıs) sabah Bakanlar Kurulu toplantısında öne Ayhan Alkış'ı (ÜAK Başkanı) Sayın Başbakanımızı görüştürdüm. Toplantıya Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'i de davet ettik. Ayhan Alkış metni ÜAK'ın teklifi olarak Başbakanımıza sundu. Toplantı sonrası medyaya gerekli açıklamaları yaptı ve teklif hakkında bilgi verdi. (...) Hazırlanan metni aynen, hiçbir değişiklik yapmadan Bakanlar Kurulu'nda imzaya açtık ve hükümet sözcüsü de toplantı sonrası gelişmeler hakkında kamuoyuna bilgi verdi. O gün ve ertesi gün Ayhan Alkış, Gülsüm Sağlamer ve Rıza Ayhan değişik haber kanallarında tasarıyı destekleyen (savunan) açıklamalar yaptılar.

Salı (4 Mayıs) akşamı Sayın Başbakan ile beraber 4. Türkiye İktisat Kongresi için İzmir'e hareket ettik. Çarşamba sabahı kongrenin açılış konuşmaları yapılıyorken görevliler bir bilgi notu getirdiler. Bilgi notunda Ayhan Alkış'ın televizyonda teklifi reddeden konuşmalar yaptığı ve Başbakanlığı suçladığı yazılıydı. Hemen dışarı çıkıp haber kanallarındaki konuşmaları takip etmeye başladık. İnanılır gibi değildi, yukarıda ismi geçen rektörler tam tersi bir yaklaşımda teklifi eleştiriyor ve bir gün önceki konuşmalarının hatırlatılması üzerine de metnin Başbakanlıkta değiştirildiğini iddia ediyorlardı. (...)

Hiç böyle bir ihanet görmemiş, ahlaksızca suçlanmamıştık. (...) Elimizdeki metinle, taslak metni basına dağıttık. Kamuoyuna, teklif edilen metnin tahrif edilmediğini ikna etmeye çalışıyorduk, ama nafile. O günkü atmosfer ve merkez medyanın muhalif tavrı bizim sesimizin duyulmasını engelliyordu..."

Yukarıdaki uzunca alıntıyı Ömer Dinçer'in 'Türkiye'de Değişim Yapmak Neden Bu Kadar Zor' isimli kitabından aldım.

Daha yayınlandığı ilk günlerde edinmiştim söz konusu kitabı, lakin bir türlü okumak nasip olmamıştı.

Geçenlerde; 31 Mart'tan beri sürdürdüğüm siyasi analiz yazılarına devam sadedinde; Ak Parti'nin kuruluşta dillendirdiği kimi vaatlerinin zaman içinde tamamen tersini yaptığına örnek olarak, personel rejiminde değişiklik meselesini yazmayı düşündüğümde bu kitabı okumaya başladım.