O(nlar) kendi(lerini) bilir(ler)2

Ülkemizdeki sosyal bilimciler hakkındaki analizimize cuma günkü kaldığımız yerden devam edersek;

Söz konusu hocalarakademisyenler 'din'in mutlak değişmezliğine inandıkları halde; ilerlemeci tarih anlayışı yörüngesinde bilimselliğin tartışılmazlığını savunurlar, ona dayanarak iş görürler. O kadar ki Kant'la beraber 'saf aklın eleştirisi'nde bulunurlar fakat öte yandan bilimselliğin icapları diye topluma 'sentetik önermeler' sunarlar, hatta dayatırlar.

Kitabi olanı okumuşlardırokurlar, amenna. Lakin Montesquieu kadargibi tabiat kitabını, İbn-i Haldun kadargibi toplum kitabını okumakta pek başarılı olamadıkları gibi; yazıyı ve okumayı aşan, an gelip aklı yedeğe çeken hakikati ise hep ıskalarlar.

Bunlar bilimsellik adına 'gerçekçiliğe' çok önem verirler, bu nedenle kendi mahallelerini gerçeklikten kopmuş hayalci, hamaset sahibi, eskiye takılıp kalmış, tarihin dışına düşmüş kişilertopluluklar olarak tanımlarlar. Böylece hakikati ya anlamsızlaştırırlar ya da yok sayarlar.

En ilgilileri hakikati nesnellikle kısıtlarlarkayıtlarlar. Kısıtlı ve kayıtlı hakikat ise kucaklayıcılığını peşinen kaybetmiştir malumunuz...

Kendilerini dindarİslamcımuhafazakar olarak tanımlayan sosyal bilimciler, tabii ki kadere inanırlar lakin ferde ve topluma taalluk eden olayları açıklarken katı bir determinist gibi hareket ederler; aşkınmüteal olan onlar için geçmişe ait bir mevize, bir masaldan başka bir şey ifade etmez, yaşanan dünyada karşılığı nedir sorusu söz konusu olduğunda, aklı kullanmanın faziletinden bahsederler.

Çoğu kez yakıngünlük kaderle, küllibütüncül kaderi birbirine karıştırırlar. İmtihan olmanın gereği olarak, haklı olarak yakın kaderi insanın elinin yaptığına bağlarlarken, Sezai Karakoç'un veciz şekilde işaret ettiği "kaderin üstünde bir kader vardır" hakikatini göremezler...

Toplumsalsosyal barıştan bahsederler çokça, lakin fertte başlayıp-biten 'sulh'u pek dillendirmezler, Tahsin Görgün'ün betimlemesiyle; belki de ikisinin arasındaki farkın idrakinde bile değillerdir. Malumunuz 'barış'ta dışsal faktörler söz konusuyken, 'salih' ve 'salah' ile aynı kökten gelen 'sulh'a ulaşmak için 'salih amel' gerekir...

Güne ait bütün yaptıkları görece geri kalmışlığımızdan hiza alarak bizimMüslümanların yetersizliğiniakılsızlığınıdeğişimlere karşı direndiğini hatta ahlaksızlığını ortaya koyarken; Batı'nın çalışkanlığını, adanmışlığını öve öve bitiremezler.