Êdî bese - Artık yeter
Cuma günü köşemizi oğlum Furkan'a tahsis etmiştik. Müsaadenizle, bu kez de sizleri bir dostumla baş başa bırakmak istiyorum.
Yazıma, Sırrı Süreyya Önder'e Allah'tan rahmet; başta ailesi olmak üzere tüm sevenlerine sabr-ı cemil temennisiyle başlayayım.
Yaşım 63... Türkiye'de son 50 yıldır olan biteni yaşayarak, görerek biliyorum. Öncesini de okumalarım oranında öğrendim.
Yurdum insanının ister Gladio deyin, ister üst akıl deyin, ister ehli salip deyin, ister emperyalist güçler deyin, şer odakları tarafından: sağcı-solcu, laik-dindar, Alevi-Sünni, Türk-Kürt diye birbirine kırdırılmak istendiğine tanık oldum. Bunu gerçekleştirmek isteyenlerin muratlarına tam olarak ulaştıkları söylenemez. Halkın büyük çoğunluğunun sağduyusu sayesinde... kitlesel bir iç savaşa dönüşmedi. Bu ülke hiçbir zaman bir Ruanda olmadı. Fakat ödediğimiz fatura hiç de küçük değil; binlerce can kaybettik. Can söz konusu olduğunda mal hesabı yapmak doğru değil.
Peki, bu oyuna neden ve nasıl geldik.. Elbette tek bir sebebe indirgenemez. Kanaatimce en önemli sebep: Birbirimizi dinlemedik, işitmedik; birbirimizi görmedik, göremedik. Hepimiz sadece kendi gettomuzdaki... veya Şerif Mardin Hoca'dan ödünç bir kavramla, kendi mahallemizdeki sese kulak verdik. Sadece kendi mahallemizi gördük. Ötekileştirdiğimiz, dahası düşmanlaştırdığımız mahallelere sağır kesildik, kör olduk.
Derken... hiç beklemediğimiz birinden, hiç beklemediğimiz şaşırtıcı, hatta abandone edici bir ses duyduk:
"Artık yeter!.. Hiddetsiz, nefretsiz, şiddetsiz, terörsüz bir Türkiye'yi gerçekleştirme zamanı gelmiştir."
Bu şaşırtıcı sesin sahibi, Marksistsol sosyalist PKK terör örgütü ve benzer ideolojiye sahip olanlarla kavgası 70'li yıllara dayanan, aralarında yarım asırlık bir kan davası olan; Türk milliyetçilerinin lideriydi... Söyledikleri daha da şaşırtıcıydı. Merhum S. Süreyya Önder'in ifadesiyle: "Çiviyi o kadar yükseğe çakıyordu ki hepimiz oraya ulaşmakta, uzanmakta zorlanıyorduk." Yıllarca "bebek katili" dediği Öcalan'a "umut hakkından bahsediyor, "Meclis'e gelsin, DEM grubunda konuşsun" diyordu.
Sayın Bahçeli'nin bu çıkışını ilk duyduğumda; siyaset erbabı konusunda çok da olumlu kanaati olmayan biri olarak... geçici, popülist bir retorik diye düşündüm. Fakat şaşırdığımı da itiraf edeyim. Öyle ya... Bunu söyleyen kişi: Ülkücülerin, Türk milliyetçilerinin lideriydi. Bu camiaya bunları söylemek oldukça riskliydi. Cesaret isterdi. Yürek isterdi. Herhalde Bahçeli, memleketi AdanaOsmaniye'ye kendi eski modelklasik arabasıyla giderken, yol boyunca kasetten Ferdi Tayfur'u dinledi. Yol üzerinde uğradığı bir kebapçıda ciğer kebap yedi diye düşündüm.
Fakat yaşanan süreç beni mahcup etti. Bahçeli, söylediklerinin arkasında durdu. Daha da önemlisi, Türk ve Kürt'ün tarihteki birlikteliğine dair önemli sembollere, olaylara değindi. Vurgu yaptı. Malazgirt gibi...
Şunu gördüm ki: Sayın Bahçeli,