Demokrasi demiştik...
1
Geçen yazımız, her halükarda, insanlığın bulduğu en iyi yönetim biçimi demokrasidir fehvasınca mı hareket edeceğiz, yoksa daha iyimükemmel bir yönetim biçimi mümkündür deyip, onun arayışına mı çıkacağız... sorusuyla bitirmiştik.
Bıraktığımız yerden devam edersek; soruya doğrudan cevap arayışına girmeden önce tarihi bir gezintiye çıkalım istedik...
Her ne kadar demokrasinin kökenleri ta Atina site devletine kadar uzatılsa da; hem Aristo, hem Platon demokrasiyi 'ayak takımının yönetimi' olarak tanımlamıştır.
Ta o günlerden günümüze kadar farklı zamanlarda farklı biçimlerde (klasik, liberal, sosyalist, cumhuriyetçi, muhafazakar vs.) uygulanagelmiş demokrasi.
Lakin, daha yakın zamana kadar Fransa'da sadece belli bir miktarın üstünde vergi verenler oy kullanıyordu. ABD'de 1960'lara kadar siyahların oy kullanma hakkı yoktu, ilk defa 1893 yılında Yeni Zelanda'daki uygulamaya kadar kadınlar oy kullanamıyordu...
Yani; halkın kendi kendini yönetmesi anlamında olan demokrasi, sadece belli sınıfları, belli özelliklere ait insanları 'halk' kabul ediyordu daha düne kadar.
2
Demokrasi dediğimiz şeyin kendi başına kıymeti harbiyesi olmadığı gibi bir şeye dayanmadan var olması da mümkün değildir.
Bugünkü anlamıyla demokrasi, ancak, medeniyetin sırtına binerek varolabilmektedir.
'Medeniyet' ise başlı başına bir muamma.
Malumunuz; büyük ya da semavi diye isimlendirdiğimiz dinlerde mümin ile kafir atbaşı aynı seviyede durur. Din, teorik olarak her ikisine de eşit oranda alan açar. Kişinin tercihiyle birinin alanı ötekine göre genişler ya da daralır.
Ancak; 'medeniyet dini'nde kişinin seçme hakkı yoktur. Kişi medeni olmakla insan vasfı kazanır, medeniyetin dışına düşerse insanlıktan da düşer.
(1870'lerde, gavurca 'civilisation' kelimesinin karşılığı olarak kullanılan 'medeniyet' kelimesiyle Medine'den türetilen medeniyet kelimesini aynı şey olarak görmemek gerekir.)
Bu vesileyle medeniyet; bir taraftan insanlığın tanıdığı en ceberrut din olarak tezahür ederken, öte tarafta yine insanlık tarihinin en fazla mümini olan din olarak ortada durmaktadır.
Ceberrut vasfıyla dünyanın en ücra köşelerine kadar uzanan medeniyet, demokrasiyi de yedeğinde taşımıştır, lakin, bu demokrasi, gayrının imkan ve varlıklarını Batı'ya taşıyan bir kaldıraç olmaktan başka bir özellik taşımaz...
Batı'nın kendinden arta kalan dünyaya layık gördüğü demokrasi; o ülkenin halklarının değil, uluslararası soyguncuların taleplerine uygun olarak işler.
3