Hüsnü Özyeğin, Nihat Özdemir, Abdulkadir Konukoğlu, İbrahim Orhan, Murat Vargı, Mustafa Süzer, Aydın Doğan, Kemal Gülman, Davut Doğan, Nafi Güral, Nedim Uysal...
Onlar, bir işlerinin olmasından çok, işin sahibi olmayı tercih eden, dünün tutkulu girişimcileri ve bugünün onursal başkanları. Ülke ekonomisinin önemli dönemeçlerinin yakın tanığı bu duayen isimlerin, büyük bir girişimci ruhla kurdukları şirketler, bugün Türkiye'nin önde gelen holdingleri. Holding patronu olma yolunda onlarca kriz ve nice badireler atlatan bu isimlerin belki de tek ortak noktası işlerinden asla vazgeçmemeleri. Neden derseniz; işin, yani şirketin ya da holdingin sahibi olmak, sadece hisselerin yasal mülkiyeti ile ilgili değildir; daha ziyade şirketin misyonuna, değerlerine ve başarısına psikolojik ve duygusal bir bağlılıktır. Tüm sorumluluk aldığı her kararın şirketin büyümesine katkıda bulunmasını amaçlayan sahibindedir. Gün gelir, şirketinin yaşamını kendi yaşamının dahi önüne koyar. Ve sonunda şirketini çoğunlukla çocuklarının oluşturduğu yeni nesile bırakır.
Peki, bırakmanın kapsamı nedir, ne olmalıdır İşte 'onursal başkan'lık müessesi bu soruya verilen en güzel cevap. Ne tam olarak icranın içinde ne de tam olarak sistemin dışındaki bu pozisyon, (çoğunlukla) kurucuların ihtiyaç halinde deneyimlerini, takip ettikleri yenilikleri ve ilham verecek iş fikirlerini şirkete kurumsal bir yapı içinde aktarmasına imkân veriyor. Bulundukları sektörleri de şekillendiren bu vizyoner liderlerin onursal başkan unvanıyla varlıklarını sürdürmeleri, kurumlarda devamlılığı sağlıyor ya da büyük yol kazalarını önlüyor. Nesil geçişinin sert frenlere ve keskin dönüşlere neden olmaması ve böylece sürecin daha yumuşak yönetilmesi amacıyla devreye giren onursal başkanlık