Tanrı misafiri bir kalem: Julia Pardoe

İngiliz yazar Julia Pardoe'nun hikâyesi, yalnızca 1830'ların İstanbul'unu değil, kadın kaleminin sınırlara meydan okuyuşunu da anlatır. "Boğaziçi'nin Güzellikleri", onun adını Avrupa'da tanınan ilk kadın seyyah-yazarlar arasına taşıdı

İngiliz yazar Julia Pardoe, 1835'de geldiği İstanbul'u ve Türkleri çok sevdi. Yazdığı iki seyahatnameyle de İstanbul'u dünyaya en güzel şekilde anlattı. "Boğaziçi'nin Güzellikleri" adlı kitabı bir başyapıt.

Julia Pardoe, "İstanbul'un denizden görünümü dünyanın en görkemli kent panoramasıdır" der ve haklıdır. "The Beauty of Bosphorus" adlı eserini, İstanbul merakı olanların mutlaka okuması gerekir. Bu hafta siz değerli okurlara 20'li yaşlarında kente gelen Pardoe'nun insan öyküleri ve detayları ile muhteşem eserini aktarması için, köşeyi genç bir araştırmacı ve editör olan Ezgi Berfin Kızılkaya'ya ayırdım. İngiliz seyyah, şair ve yazar Julia Pardoe'yu ve 1836'daki İstanbul gezisini, Kızılkaya'nın kaleminden hep birlikte okuyalım. Keyifli pazarlar.

1830'ların İstanbul'u… Kahve kokusu taş avluları dolduruyor, Boğaz sabah sisinden yeni sıyrılıyor. Pera yokuşlarından birinde yürüyen genç bir İngiliz kadın, elinde not defteri, etraftaki her ayrıntıyı kaydediyor. Ne bir heyet ne de gazeteciler arkasında. Oysa birkaç adım sonra, hiç tanımadığı evlerden birinin kapısını çalarak, içeri buyur edilecekti. O kadın, Julia Pardoe (1806-1862), dönemin en meraklı, en cesur ve en üretken seyyahlarından biriydi.

Bugün adını az kişi duymuş olsa da Pardoe, bir zamanlar Avrupa'nın en çok okunan kadın yazarlarındandı. Henüz 14 yaşında yayımladığı şiir kitabıyla edebiyat çevrelerine adını duyurmuş, ardından genç yaşta başlayan sağlık problemleriyle daha ılıman ülkelere seyahat etmeye başlamıştı. Kimi tarihçiler onun İstanbul'a gelişini bir sağlık yolculuğu, kimileri ise bir serüven olarak yorumlar. Gerçekte belki ikisiydi de. Ancak o, seyahatlerini görmekten çok, anlamak için yapardı.

Saraydan sokağa: JulIa Pardoe'nun gerçek İstanbul'u

1835 yılında, Binbaşı Thomas Pardoe'nun kızı olarak İstanbul'a adım attığında, Julia henüz 20'li yaşlarının başındaydı. Ancak kısa sürede, dönemin kadınları için imkânsız sayılabilecek kapılar ona ardına kadar açıldı. Babasının İngiliz ordusundaki konumu sayesinde Selimiye Kışlası'ndan Mekteb-i Harbiye'ye, hatta saray konaklarına kadar uzanan bir erişim elde etti. Yine de onu diğer Avrupalı gezginlerden ayıran şey, bu resmî kapılardan çok, sıradan insanların kapılarını çalma cesaretiydi.

Batı hâlâ Osmanlı'yı egzotik bir gizem perdesiyle anlatırken, Pardoe bu perdeyi nazikçe aralar. Türk misafirperverliğini, ev içi zarafetini ve gündelik hayatın sıcak ayrıntılarını yazarak, okurlarına çok farklı bir İstanbul sunar. Edebiyat tarihçileri, onun bu dokuz aylık gözlem serüvenini bir tür 'antropolojik sefer' olarak nitelendirir. Çünkü Pardoe, sadece padişah saraylarını değil, hamamları, kadın sohbetlerini, çocuk terbiyesini, hatta nazar inancını bile incelemişti.

Bu detaycılık, onu 19'uncu YY'ın kalıplaşmış Doğu anlatılarının ötesine taşır. Pardoe'ya göre harem, Batı'nın sandığı gibi bir kapalı zindan değil, kadınların zarafetle hükmettiği bir güç alanıdır. Türk kadınlarını 'kendi evlerinin kraliçeleri' olarak tanımlaması, o dönemde Avrupa'da neredeyse devrim niteliğindeydi.

Şehri parça parça çözüyordu

Bugün hâlâ dilden dile anlatılan bir söylenti vardır: Julia Pardoe, İstanbul'da kaldığı yıllarda en ücra köşelerde dahi olsa hiç tanımadığı evlerin kapısını çalar, içeri buyur edilip kahve içermiş. Elbette bu sıradan bir ziyaret değildi, dönemin İstanbul'unda bazılarına garip gelebilecek bir manzaraydı: Genç bir İngiliz kadın, elinde not defteri, yabancı bir evin sofasında Türk kahvesi içiyor. İşte bu sahne, onu tarihe Tanrı misafiri gezgin olarak geçirdi. Gerçekten de eserlerinde, Türklerin misafirperverliğini ve yabancılara gösterdiği zarafeti anlatan satırlar, bu efsanenin kökünü besler. Onun bu kapı çalma cesareti bir maceradan çok daha fazlasıydı. Bu, onun anlama biçimiydi. Her kapı, yeni bir kültürün, yeni bir alışkanlığın, yeni bir hikâyenin örnekleriydi.

Halkla birebir temas kurarak sadece evlerin mimarisini değil, insanların birbirine gösterdiği nezaketi, kadınların sosyal hayatını ve çocukların nasıl yetiştirildiğini gözlemledi. Girdiği her evde, o dönemin İstanbul'unu bir parça daha çözüyordu. Julia Pardoe için misafir olmak, sadece içeri buyur edilmek değil, bir toplumun kalbine sessizce girmekti.

Şiir şehri İstanbul