Gözüoğlu Konağı'nın sessiz şahitleri

Mardin'e gezmekten çok idrak etmek için gidilir. Kenti gezip gördükten sonra Gözüoğlu Konağı'nda bahçede oturun, çayınızı yapın ve fonda Feyruz olsun. Toprak kadar köklü, su kadar akışkan ve gökyüzü kadar geniş…


Mardin'in dar sokaklarından birine adım attığınızda, zamanın akışını neredeyse duyarsınız. Adeta taş duvarların içinde saklı bir melodi gibi, geçmişin fısıltıları koridorlarda yankılanır. Gözüoğlu Konağı da bu melodinin en nadide notalarından biri. 19. Yüzyılda inşa edilen, alt katı daha da eskiye dayanan bu yapı, bir yandan Mezopotamya ovasının serin esintisini içeri taşırken diğer yandan tarihe dair unutturmayan bir manifesto gibi yükselir.

Beyt Şeyhmus Efendi

Bir konağın öyküsü yalnızca duvarlarında değil; o duvarları aşmaya çalışanların hikâyelerinde de yaşar. Gözüoğlu ailesinin "Azazîl" olarak anılan lakabı, iki kardeşin arasındaki küskünlüğü bitirmek için kandırmacanın ustalıkla kurulduğu anıda yaşamaya devam eder. O gün, Şeyhmus Efendi iki ayrı kapıdan girip yeminine sadık kalarak kardeşleri bir sofra etrafında barıştırmayı başarmış, konağa "Azazîl" adını kazandırmıştı. Misafirperverliğiyle ün salan "Beb Arab" evleri arasındaki bu konağın bir diğer adı da "Beyt Şeyhmus Efendi"dir.

Masalsı atmosfer

Gözüoğlu Konağı'nda konuk odasına ilk adımınızı attığınızda, mihrap nişi karşılar sizi. Mandara adı verilen bu salonun güney duvarındaki mihrap, sadece inançla değil; aile fertlerinin statüsünü, özenli taş işçiliğini ve Anadolu'nun kadim değerlerini de simgeler. Yanındaki burma sütunlar ile taş güvercin figürleri, Nuh'un tufanından filizlenen umut hikâyesini fısıldar kulağınıza: Ağzında zeytin yaprağı taşıyan bir güvercin nasıl barışın sembolü olduysa, bu niş de misafirlerin gönlünde kök salar. Konağın kalbinde, bahçenin tam ortasında yer alan sekizgen süs havuzu ziyaretçiye adeta heterojen bir huzur sunar. İlk inşa edildiği 1936'dan itibaren su, toprağın ve yeşilliğin dinlendirici ritmiyle iç içe geçti. Modern ışıklandırmalar gelmeden önce de suyun fısıltısı, o taş künklerden yükselen gölgesinin serinliğiyle sakinleştirirdi ruhu.

Arap atlarının izleri

Alt katta, atların dinlenme yeri olarak tasarlanmış nişler-"míelif" ya da "at yemliği"-at sevgisinin o dönemde ne denli kutsal olduğunu gösterir. Şeyhmus Efendi'nin Arap atlarına duyduğu tutku, hobi değil; toplumun refah ölçüsünü belirleyen bir sentakssal işaret gibiydi. Öte yandan, masara denilen üzüm presi taşı, Mardin'in bereketli topraklarından soframıza uzanan bir köprüdür. Ayakla ezilen üzümlerden sızan şıra, cevizli sucuk, pekmez ve pestil gibi tatlılara can verirken, o ağır taşın gölgesine sığan aile dayanışmasını da simgelemiştir. Her odada, beşik tonozdan yıldız tonozlara uzanan tavan örtüleri, mühendislikle sanat arasındaki ince çizgiyi korur. Toprak, taş tozu ve kirecin makineleşmeden önce ördüğü bu kubbeler hem ısı ve ses yalıtımı hem de mekâna mistik bir derinlik kazandırırdı.

Revakların gölgesinde

Ve nihayet, revak ve eyvanların serin gölgeleri… İki yanı açık, arkası kapalı bu yarı açık mekânlar, hem dış dünya ile iç dünyayı bağlar hem sohbetin, dinlenmenin ve hafızanın ortak buluşma yeridir. Gözüoğlu Konağı'nda her revak, bahçenin kuş cıvıltısıyla suyun melodisini bir arada taşır. Peki, bu sükûnet ve tarih hepimizi neye çağırıyor Şehirlerimizi, eserlerimizi ve hatta kendi hikâyelerimizi nasıl koruyacağımıza dair derin bir sorgulamaya… Gözüoğlu Konağı gibi yapılar, taşınan malzemeden daha fazlasını barındırır; kuşaklar boyunca biriktirilmiş anıları, becerileri ve umutları… Bugün Mardin sokaklarını gezerken, yalnızca bir müze değil; yaşayan bir kadim zanaat kitabı arıyoruz. Ve sayfaları çevirdikçe işte o kitap, taşlarda ve gölgedeki sessizlikte suskunluğunu bozar: "Dinle beni, geleceğe de taşı beni."