Binlerce yıllık kültürel bir belleğin muhafızı

Dr. Halid bin Muhammed el-Ankari, Osmanlı ve Türk hat geleneğine, hatta bizzat hattat olan Sultanların kullandığı kamış kalemlere duyduğu ilginin yanı sıra aynı zamanda bir harita koleksiyoneri.

Kültür, sadece kütüphane raflarında tozlanan ciltler ya da müze vitrinlerinde soğuk ışıklar altında sergilenen objeler değildir. Kültür, bir şahsiyetin ruhunda hayat bulduğunda, o şahsiyet artık sadece bir koleksiyoner değil, bir 'hafıza muhafızı' hâline gelir. Bu hafta sizlere, modern diplomasi ve eğitim koridorlarından geçip, 35 yılı aşkın bir süreden bu yana İslam sanatının ve coğrafyasının derinliklerine demir atmış bir ismi, Suudi Arabistan'ın eski Milli Eğitim Bakanı ve eski Fransa Büyükelçisi sayın

Dr. Halid bin Muhammed el-Ankârî'yi ve onun sessiz ama derinden ilerleyen nitelikli kültür yolculuğunu tanıtmak istiyorum.

Dr. Halid Bey'in hikâyesi, bir devlet adamının yoğun mesaisinin ötesinde, zarif bir estetik arayışla şekilleniyor. Koleksiyonerlik serüveni, cam üzerine işlenmiş yazı sanatına duyduğu ilgiyle başlıyor. Ancak bu merak, zamanla objeden öze, yani yazının kendisine, hat sanatının mutfağına evriliyor. O, sadece bir levhayı duvara asmakla yetinmiyor; o yazıyı var eden kamışın, mürekkebin, kalemdanın, hokka ve maktanın, yani 'hattatın mahreminin' peşine düşüyor. Özellikle Osmanlı ve Türk hat geleneğine, hatta bizzat hattat olan Sultanların kullandığı kamış kalemlere duyduğu ilgi, aslında bir medeniyetin zirve noktasına duyulan hürmetin göstergesi. Yine yazının evriminin gözlemlendiği Mısır, Hint-İran coğrafyasına ilişkin ciddi inceleme ve araştırmaların da bir sonucu.

Şifahîlikten estetiğe: Arapçanın ve yazının doğuşu

Dr. Halid Bey geçtiğimiz hafta Sultanahmet'te Türk ve İslam Eserleri Müzesi'ni ziyaretimiz esnasında neden bu alanda yıllardır büyük emek harcayarak dünya çapında bir koleksiyon oluşturduğunu açıklarken önemli tespitlerde bulundu: Yazının, İslam dünyasında bir bilgi aktarım vasıtasından fazlası olduğunu vurgulayan Halid Bey, koleksiyonundaki bir kamış kaleme bakıldığında, aslında Emevi İmparatorluğu'nun başlangıcına, Muaviye bin Ebi Süfyan ve Velid bin Abdülmelik dönemlerine kadar uzanan devasa bir reformun izlerinin görüldüğünü belirtti. İslam'ın ilk dönemlerinde divanlar kurulurken, bürokrasi henüz -özellikle- Grek ve -kısmen- Pers geleneklerinin etkisi altındaydı. Ancak Emeviler döneminde resmi yazışmaların ve evrakın Arapçalaştırılması görsel bir devrim olan Kûfi hattının doğuşunu ve gelişimini tetikledi. İslâm dünyasında bürokratik işlemlerin yürütüldüğü temel mekanizmalar olan 'divânların' kurulması ve özellikle de yazışmalardan sorumlu divânu'r-resâil'in kurulması bunun da Velid bin Abdülmelik zamanında tamamen Arapçalaştırılmasıyla aslında hem Arapçanın yazılı forma tam geçişi hem de günümüzde hepimizin gözlerini ışıldatan bir sanatın doğuşuna sahne olacak bir devrimdi.

Dr. Halid Bey'e göre burada dilbilimsel bir parantez açmak gerekir: Arapça, doğası gereği şifahi geleneği (verbaltradition) baskın bir dildir. Bazı dilbilimcilere göre Arapçayı çağdaşı olan diğer Sami dillerden (İbrânice, Süryanice, Aramice vb....) daha zengin kılan şey, yazılı döneme geçişinin nispeten geç olmasıdır. Zira bir dilde hukuk metinleri veya kutsal metinler yazılmaya başlandığında, dilin kuralları katılaşır ve o sınırların içine hapsolarak gelişimi durma noktasına gelir. Arapça ise Kur'ân-ı Kerîm'in nüzulüne kadar sözlü gelenekle en yüksek estetik ve gramer seviyesine ulaşmış, Kur'ân ile birlikte 'yazılı bir medeniyetin' kapılarını sonuna kadar açmıştır.

İslam dünyasında yazı, kutsal olanı en güzel şekilde zapt etme çabasıyla sanata dönüşmüş; sadece harfleri değil, yüksek bir estetik zevki ve kültürü de bugüne taşımıştır. Batı dünyasında yazı; kâğıt, kalem ve kayıt amaçlı yazılan metinlerden fazlası değildir. Ancak İslam dünyasında yazı bundan çok daha fazlası olmuştur. Ait olduğumuz kültür ve medeniyet dünyasının hemen her alanında yazı estetik bir tasarımla kendisini göstermiş ve İslam kültür ve sanatlarının en değerli ve en özel alanlarının başında gelmiştir. Yazının bu denli önem kazandığı bir atmosferde kuşkusuz yazının oluşmasını sağlayan araç ve aletlerin imalatı da son derece önemli ve hayatiydi. Dr. Halid'in konsantre olup yoğunlaştığı ana aks işte bu estetiği yaratan araçların dünyasını aralamak oldu.

Coğrafyasız tarih masal kitabıdır

Dr. Halid bin Muhammed el-Ankari'nin koleksiyonerliği yazıyla sınırlı değil; o aynı zamanda tutkulu bir harita koleksiyoneri. Bu noktada büyük tarihçimiz Zeki Velidî Togan'ın o meşhur uyarısı kulaklarımızda çınlıyor: "Tarih araştırmalarında coğrafyasız bir tarih yazımı, masal veya fabl kitabına benzer." Harita, bir kâğıt parçası değil, coğrafyanın hafızasıdır. Toprakla perde arkasında antlaşmalar imza eden kaderin, sınırların arkasındaki siyasi ve kültürel kavgaların, keşiflerin ve hayal kırıklıklarının sessiz fısıltısıdır.