Emîr Şekib Arslan dürzi idi ancak hayatını sünniliği benimsediğini bir çizgide geçirdi. Emîr Şekib, Avrupa'nın Osmanlı Devleti'ni parçalamaya yönelik amacına dikkat çekmiş ve Osmanlı hilâfeti etrafında bir İslâm dayanışması oluşturmak gerektiğini, Türkler ve Arapların bu dayanışmanın vazgeçilmez unsurları olduğunu savunmuştu. Hayatını da bu birleşmeyi sağlamaya adamıştı.
Emir Şekib 1869 yılında Beyrut yakınında bulunan Şûf kazasına bağlı Şüveyfât nahiyesinde doğdu. Bölgenin 18. Yüzyıl sonlarından itibaren "emir" unvanını alan nüfuzlu Dürzî ailelerinden birine mensuptu. Büyük bir mücadele insanıydı Arslan.
Irak Heyeti Başkanı Nuri Said Paşa, Şubat 1956'da Adnan Menderes'i ziyaret etmişti
İslâm aleminin parçalanmasında İngiltere ve Fransa'yı suçlu görüyor, onların İslâm dünyasına verdiği zararlara dikkat çekiyordu. Batının aralarında anlaşmazlıklar bulunsa bile İslâmiyet'e düşmanlık konusunda kolaylıkla anlaşıp bir araya gelebileceklerini söylüyordu. Arap dünyasının istiklâline kavuşması için çok büyük gayretler sarf eden Emîr Şekib bu hususla ilgili hemen her toplantıya katılmış ve Arapların meselelerini milletlerarası platformda savunmuştur. Dönemin milliyetçi akımlarına kapılan ayrılıkçı Araplara çok nasihat etmişti.
Batı tehlikesi
İngiltere'nin vaatlerine kapılarak Osmanlılardan ayrılmak isteyen Arap aydınlarına İngilizlerin sözlerini tutmayacaklarını, Filistin'de bir Yahudi devleti kurmak için Arap topraklarını parçalayacaklarını söylemiş, buna kesinlikle kanmamaları gerektiğini defalarca belirtmiştir.
Aynı şekilde İngilizlerle anlaşan Hicaz Kralı Şerif Hüseyin'in pişman olacağını, zira onlar tarafından azledilerek sürgüne gönderileceğini ifade etmiştir.
Mısır'da çıkan eş-Şa'b gazetesinde yayımlanan bir yazısında I. Dünya Savaşı'nın Balkanlar'dan çıkacağını haber vermiştir. Emir Şekib daha hayatta iken İslâm dünyasınca takdir edilmişti. 1935'te Hindistan'da uluslararası bir toplantıda, "Bugün İslâm dünyasının en büyük siması kimdir" sorusuna verilen cevaplarla seçilen on üç isim arasından en fazla oyu Emir Şekib Arslan almıştı. O birliğin sesiydi.
Emir Şekib Dürzi'ydi
Emîr Şekib Dürzi idi ancak ailesinin Sünniliği benimsediğini ileri sürer. Gerçekten de hayatı bu çizgide geçti. Şekib Arslan 6 yaşından itibaren bir süre Şûf'taki bir Amerikan okuluna devam etti. 1879'da Beyrut'taki Mârûnî okulu olan Medreset'ül Dâri'l Hikme'ye girdi. Özellikle Arap edebiyatı ve tarihi alanında çok iyi yetişti. Fransızcayı çok iyi öğrendi. 1886 yılında Beyrut'ta Medresetü's Sultâniye'ye geçti. Burada diğer ilimlerin yanı sıra o yıllarda Beyrut'ta sürgünde bulunan Mısırlı alim Muhammed Abduh'tan fıkıh ve akaid dersleri aldı. Türkçeyi de burada öğrendi. 1887'de Şûf'a dönen Şekib Arslan, aynı yıl babasının ölümüyle boşalan Şuveyfat nahiye müdürlüğüne tayin edildi. 1890'da bu görevinden ayrılarak gittiği Mısır'da ülkenin önde gelen fikir ve kalem erbabı ile tanıştı. Düşünceleri burada gelişti.
Kahire'de yayımlanan el-Ahrâm gazetesinde çeşitli yazılar yazdı. 1890'da İstanbul'a gitti; devrin önde gelen devlet adamlarından Hasan Fehmi ve Maarif Nâzırı Münif Mehmed paşalarla yakınlık kurdu. 1892'de bir süre Paris'te kaldı ve Mısırlı meşhur şair Ahmed Şevki ile görüştü. Aynı yıl İstanbul'a dönen Şekib Arslan, o günlerde İstanbul'da bulunan Cemâleddin Efgani ile tanıştı ve sohbetlerine katıldı. 1892 sonlarında Lübnan'a döndü. 1902'de üç ay kadar Şûf kazası kaymakamlığı yaptı, ancak daha sonra istifa etmek zorunda kaldı. Fakat 1908'de Jön Türklerin yönetime gelmesiyle tekrar Şûf kaymakamlığına tayin edildi ve üç yıl bu görevde kaldı. 1911 sonlarında İtalyanların Trablusgarp'ı (Libya) işgali üzerine gizlice Libya'ya gitti ve Enver Paşa kumandasındaki Osmanlı ordusuna katıldı.
İstanbul'dan dünya turuna
Emîr Şekib İstanbul'a dönünce Kızılay heyetleri müfettişliğine seçildi. 1914'te Meclis-i Mebûsanı'nda Havran temsilcisi olarak görev aldı; I. Dünya Savaşı'nın ilk iki yılını Suriye'de geçirdi. Burada ayrılıkçı Arapları kazanmaya çalışırken Cemal Paşa'ya da yardımcı oluyordu. 1916 sonlarında İstanbul'a döndü ve 1917 ortalarına kadar Harbiye Nâzırı Enver Paşa ile birlikte çalıştı. Aynı yılın sonunda özel bir görevle Almanya'ya gönderilen Şekib Arslan uzun süre Avrupa'da kaldı. Osmanlı coğrafyasına karşı en büyük tehdidin batıdan geleceğini biliyordu.
Hedefi Türk-Arap birliğiydi
Osmanlı Devleti'nin yıkılışından önce Emîr Şekib, devleti parçalamaya yönelik bu tehlikenin önlenmesi için Osmanlı hilâfeti etrafında bir İslâm dayanışması oluşturmak gerektiğini, Türkler ve Arapların bu dayanışmanın vazgeçilmez unsurları olduğunu savundu. Hilâfet güçlendirilmeli ve İslâm kültür mirası geliştirilmeliydi. Adem-i merkeziyetçiliği ve ayrılıkçılığı savunan Türklerin ve Arapların yanıldıklarını, güç dağılımının ve bölünmelerin imparatorluğun kısa zamanda parçalanıp Avrupa'ya yem olmasına yol açacağına inanıyordu. Bunun için hem II. Abdülhamid'in yönetimini, hem de Jön Türklerin bilhassa Arap ileri gelenlerince tenkit edilen sertlik yanlısı politikalarını tasvip etmiştir. Onu diğer Arap aydınlarından ayıran en önemli özellik, Osmanlı hilâfeti ve hükümetine tam destek vermiş olmasıdır. I. Dünya Savaşı'ndan sonra Fransızların Suriye ve Lübnan'ı, İngilizlerin Filistin'i işgal etmeleri üzerine emperyalizme karşı sert bir tavır takındığı için bölgeye girişi yasaklanan Emir Şekib Avrupa'da ikamete mecbur edildi. Mücadelesini Avrupa'nın değişik şehirlerinde sürdürdü. 1920'de Berlin'de Şark Kulübü başkanlığına seçildi; 1921'de yine Berlin'de Milletler Cemiyeti'nde Arapların haklarını korumayı amaçlayan Suriye-Filistin heyetinde yer aldı. Üç yıl sonra Almanya'daki Müslümanların işleriyle ilgilenmek üzere Berlin'de bir dernek kurdu. 1925-1926 yıllarında Suriye'de meydana gelen ayaklanmalar, esasen Arapları temsil etmeye çalışan Emir Şekib Arslan'ın liderliğinin belirgin hale gelmesine vesile oldu. 1926'da Suriye Manda Komisyonu başkanı Markiz Diyoddi ile görüşmek üzere bir heyetin başında Roma'ya gitti.