Mustafa Uçurum ile yaklaşık yirmi yıllık bir edebiyat yürüyüşümüz var. "Aşkın E Hali" dergisi ile başlayan kalemdaşlığımız, zamanla arkadaşlığa ve dostluğa dönüştü. Uçurum; şiirden denemeye, hikâyeden çocuk kitaplarına kadar edebiyat sahasında hemen hemen her türde eser veren velut bir yazarımız. Onun bir diğer özelliği de her ay yeni çıkan dergileri tarayıp onlar hakkında yazılar yazması. Bu yüzden 2020 yılında TÜRDEB tarafından kendisine "Dergi Dostu Yazar" ödülü verildi.
2018 yılında Çıra Yayınlarından çıkan "Şairin Aynası" isimli deneme kitabı ile TYB Deneme Ödülünü kazanan yazarımızın son kitabı "Şiirin Yol İşaretleri" de şiir üzerine yazılmış denemelerden oluşuyor. Doksan altı sahifelik bir hacme sahip olan kitap, bu yıl Eylül ayında Çıra Yayınlarından çıktı.
Uçurum, bu kitabında yirmi bir başlık altında son dönem Türk şiiri hakkındaki görüş ve düşüncelerini samimi bir şekilde, eğip bükmeden ortaya koymuş.
Akıcı dili, şiire hâkimiyeti ile birleşince ortaya su gibi akan, şiir gibi bir eser çıkmış. Tespitleri herkesin uzlaşabileceği ölçüde yerindedir.
Kitabın tanıtım bülteninde belirtildiği gibi Uçurum, kalemini bir yolcu gibi gezdiriyor Türk edebiyatının izleklerinde. Edip Cansever'in "Çağrılmayan Yakup"'unda yalnızlığın yankılarını, Sezai Karakoç'un "Güneyli Çocuk"'unda umudun dirilişini, Ömer Seyfettin'in hikâyeci ruhunda şiirin saklı mısralarını, Âşık Veysel'in toprağa sinmiş nağmelerinde Anadolu'nun sesini buluyor. Yahya Kemal'den Necip Fazıl'a, Garip Akımı'ndan II. Yeni'ye uzanan bir çizgide, Türk şiirinin tarihsel serüvenini, öfkelerini, sevdalarını ve direnişlerini ince bir işçilikle dokuyor.
Kitabın sayfaları arasında bir gezintiye çıktığımızda karşımıza ilk olarak italik yazıyla yazılmış şu sıcak ithaf okuru karşılıyor:
"Bana yol arkadaşı olan tüm şairlere; şiirle ve muhabbetle…"
Bu samimi ifade, adeta "Kitabıma hoş geldiniz." dercesine okuru içeriğe buyur ediyor.
"Şairin Hayat Dediği Şiir" başlıklı ilk yazıda şiir ve hayat denkleminde duygularını dile getiren yazarın sözlerinde "şiir eşittir hayat" gibi bir çıkarım yapmamak elde değil. "Yaşamak bir serüvenin ardına düşmektir." diye başlayan bir paragraf, "Yaşamak farkına varmaktır." sözüyle devam ediyor. Bu farkına varmakla kişinin kendi dışında olup bitenlere ilgi duymasının ona "duyarlı bir kişi" sıfatını kazandırdığını, vurdumduymaz olmaktan kurtardığını belirtiyor.
Söz, bu mecradan şaire çıkıveriyor. Uçurum'a göre şair, "hayatın akışı ne kadar karmaşık olursa olsun bir çiçeğin yolunu kesmesini gören gözdür." Hatta devamında "hayatın her anında bir çiçeğin gökyüzünü selamlamasını duymanın kişiyi şair yapacağına" dair bir iddiası da var. Bu iddia, akabinde şu güzel şair tanımını getiriyor: "Şair, hayata bakmasını bilendir." El-hak doğrudur, zira hayata bakmasını bilemeyen adamdan şair de olmaz yazar da...
Mevzu derinleştikçe altını çizdiğimiz satırlar da çoğalıyor. Ancak bunların hepsini buradan verme imkânımız olmadığı için okumamıza devam ediyoruz.
Şair tanımı olunca elbette şiir tanımı da olmalıdır. Uçurum da şiire dair çok güzel tanımlarda bulunmuş. Bu tanımlarla şiiri bir yere oturtmaktan ziyade, şiire olan tutkusunu, aşkını dile getirmeye çalışmış bence. Mesela:
"Gönül gözüyle görmenin adıdır şiir."
"Şiir, hayatın sesidir."
Şiir ve hayat denklemine geri dönersek yazarın şu tespitini yazmadan geçemeyeceğim:
"Hayatla şiirin arasındaki mesafe azaldıkça dizelerin sıcaklığı daha çok hissedilir."
Bu iddialarını edebiyatımızın önemli şairlerinden yaptığı örneklerle de teyit etmiş. Nihayetinde

17