Bir şiir kitabını elinize aldığınızda sessiz bir ortam istersiniz. Ancak tam bir sessizlik konsantrasyonunuzu bozabileceği için kısık da olsa bir müzik bu sessizliğe başka seslerin karışmaması için perde görevi görebilir.
Bilmem farkında mısınız çoğu insan bir şiir kitabını kendi iç sesi ile okur. Bu aslında doğaldır belki de olması gereken de budur. Ne var ki ben elime ne zaman Özcan Ünlü'nün bir şiirini alsam o şiiri adeta Özcan Ünlü'den dinlerim. Bu "Hüzün Boşluğu"nda da "Otuz Üç Meselde" de olduğu gibi hiç değişmedi.
Rüya Defteri, Özcan Ünlü'nün Çıra Yayınlarından bu yıl Eylül ayında çıkan son şiir kitabı. Yetmiş iki sahifelik kitapta otuz bir şiir bulunmakta. Kitabın kapağı da rüya motifiyle uyumlu bir tasarım olmuş.
Kitabın ilk şiiri Yalağuz ismini taşıyor. "Yalağuz da ne demek" diyebilirsiniz. Yalağuz, "yalnız" kelimesinin Karadeniz Bölgesine has farklı bir söyleyişi aslında… Daha bu ilk şiirde şair adeta sizi kendi hüzün evrenine ışınlıyor. Artık siz bu hüznün bir parçası oluveriyorsunuz.
"Kirli beyaz kundaklara sarılmış
Gereksiz acılarla oturuyoruz
Çocukluğumuzun korku dolaplarında" (s.7)
İşte ilk şiirin ilk dizeleri böylece size kederinizi hunharca heceletiyor. Bu mısralardan sonra bir hüzün boşluğunda yavaş adımlarla ilerliyorsunuz. Size Özcan Ünlü'nün hüzün dolu mikrofonik sesi eşlik ediyor.
Kundak metaforu bu şiirden başka "Biz seninle Şakir Abi" şiirinde "Aşkla kundaklanmış anılarımız var Şakir abi" (s.24) ve "Ev İçleri" şiirinde "Adını kundaklıyor bir şarkı" (s.41) mısralarında da daha karşımıza çıkarak hüznümüzü daha da sarmalıyor.
Kitaptaki mısralar arasındaki yolculuğumuzda kor yüklü heybemizle yel değirmenlerine rüzgâr taşıyoruz. Artık rüya defteri açıldı ya bir kez bu defter maziye sıkışmış naftalin kokulu çeyiz sandıklarında biriktirilen anıların da canlanmasına vesile oluyor.
"Aşk lise sondan terk
Hayta çocuğu kalbimizin
O yüzden sürekli tekrarlıyoruz
Papatya falımızı
Kalemi kırılmış idam mahkûmunun
Yaşama inadı bekleyişimiz" (s.7)
Aslında bu mısralar üzerine söylenecek çok şey var ama tıpkı eski bir şarkıda olduğu gibi "Bırakalım bu mevzuyu sonu gelmez sözlerin" diyoruz ve devam ediyoruz. Bir mahzun mecaz gibi kendimizle göz göze gelene kadar yürüyoruz. Nihayet her yana saldıran harfleri bilge kurtlar gibi ahşap askılara asıp kalplerimizi korkuya mandallıyoruz.
Şair bu yolculuğumuzda "bütün şiirler bizim" diyor. Bu kredi ile sessiz bir dehlizde yürüyüşümüze devam ediyoruz. Tıpkı bir rüyadan diğerine atlar gibi bir hüzünden bir hüzne sessizce geçiş yapıyoruz. Bu büyük sessizliğin çok sesli bir haykırış olduğunu susarak öğreniyoruz. Öyle ya bütün şiirler bizim nasıl olsa…
Şair hüzün tekkesinin dervişliğine soyunmuş bir kez.
"Bana bak aynaya baktığında
Gördüğünden daha taşralı
Daha kederli" (s.19)
Bir önceki sayfada bu kederin en önemli sebebini de okuyoruz.
"Babası ölmüş çocuğun
Dişinde birikmiş baba özlemi." (s.18)
İçiniz acıdı değil mi İtiraf etmeliyim ki Özcan Ünlü şiirlerini okuduğumda bu hüznün girdabına kapıldığım için birkaç gün kendime gelemiyorum.
Hüznün rengi sarıdır ama bu hüzün yüreğinizde bir yaranın hüznüyse o zaman başka… Hele hele o yara arada bir kanıyorsa renk kırmızıya dönüşüverir. Şair de Bütün Kırmızılar (s.20) şiirinde kırmızıya yüklediği anlamları sıralamış. Beni en çok etkileyen mısra ise: "Kırmızı, tunçtan yontulmuş sabır" mısraı oldu.

14