Vatan aşkı, bayrak sevdası

Geçtiğimiz hafta farklı ülkelerden Türkiye'de üniversite okumaya gelen öğrencilerle buluştuk. Türkiye Maarif Vakfı'nın yurt dışındaki okullarında okuduktan sonra üniversite eğitimi için Türkiye'yi tercih eden öğrencilerle.

Farklı kıtalardan, farklı ülkelerden, farklı kültürlerden 19-25 yaş arasında gençler.

Çoğunluğu mühendislik okuyor, aralarında Türkoloji okuyan da var. Türkçeyi çok güzel konuşuyorlar. Bu gençleri uzun uzun yazmak isterim çünkü Türkiye'nin yabancı öğrenciler için bir cazibe merkezi haline gelmesi çok önemli bir kazanım. Ancak bu yazıda başka bir şeyden bahsedeceğim.

Madem gençlerle buluştuk, sadece onlar değil biz de soru soralım istedik. Türkiye'de sizi etkileyen, şaşırtan, hoşunuza giden ya da pek hoşlanmadığınız neler var diye sorduk.

Tahmin edeceğiniz gibi yemek olayında iyiyiz. Türk yemeklerini seviyorlar. Toplumda çokça pompalanan yabancı düşmanlığının sonucu olan zorbalıklarla karşılaşıp karşılaşmadıklarını da merak ediyorduk ancak küçük şehirlerde olmalarına rağmen oldukça kaynaşmış gözüküyorlardı. "Sizce Türklerin en belirgin özelliği ne" diye sorduk. "Bayrağınıza ve vatanınıza olan düşkünlüğünüz" dediler.

Böyle olmak ve böyle anılmak ne güzel.

Bir süredir yeniden gündemimize giren terör saldırılıları karşısında nasıl tek yürek olduysak Gazze'deki işgale ve soykırıma da aynı şuurla karşı çıkıyoruz.

10-12 senedir devam eden Türkiye karşıtı saldırıları bertaraf edebilmemiz de bu sayede.

Türkiye'nin şansı, Türkiye'yi vatan bilenlerin bu topraklara, bayrağa, ezana aşkla bağlı olmaları. Çanakkale geçilmez dedirten işte bu yüksek insanlık erdemiydi. Kurtuluş Savaşı bu ruhla kazanıldı. Türkiye'nin Filistin direnişine bakışı da böyle. Dış politikasında muarızı ülkeler söz konusu olduğunda dahi toprak bütünlüğüne saygı duymayı birinci vazife sayması bu sebeple.

Fatihler çağında kan dökmeden, şenlendirerek, ihya ederek, yerel halkın gönlünü fethederek egemen olduğu topraklarda 500 yıl hüküm sürdükten sonra, o toprakları kanlarıyla sulayarak çekilmek zorunda kaldı. Bugün ise hiçbirine teritoryal egemenlik saikiyle yaklaşmıyor. Her birini egemen devletler olarak tanıyor ve onlarla dostluk ilişkileri çerçevesinde münasebet kuruyor.

Osmanlı'nın vaktiyle hâkim olduğu, 2. Dünya Savaşı'yla birlikte çekilmek zorunda kaldığı toprakların neredeyse tamamında kan ve gözyaşı bir türlü dinmiyor. İngiliz, İtalyan ve Fransız sömürgelerinden bağımsızlaşmış olsalar da bu gerçek anlamda bir egemenliğe dönüşmüyor. Bu toprakların halkları ya katlediliyor ya da diktatörlerce yönetiliyorlar. Yani ülkelerinin yönetimine irade koyamıyorlar.