İsrail kendisi için dikensiz gül bahçesi kuruyor

Ortadoğu, yeni bir jeopolitik eşiğin tam ortasında. Sertleşen rüzgârlar, yalnızca bölgesel güçlerin değil, küresel düzenin de çoktan yerinden oynadığını gösteriyor. Taşların henüz yerine oturmadığı, bilakis gelişmelerin hızlandığı bu ortamda analiz yapmak kolay değil. Ancak bazı eğilimler artık inkâr edilemeyecek ölçüde belirginleşti. Bunlardan biri de şu: İsrail, ABD bölgeden çekilmeden önce Ortadoğu'yu kendi güvenlik ve çıkar projeksiyonu açısından risksiz bir alana dönüştürmek istiyor.

Bu strateji; yalnızca Netanyahu'nun kişisel politik ajandasını, yahut Siyonist ideolojik çevrelerin aşırı tutumlarını yansıtmıyor. Çok daha kapsamlı bir yapısal dönüşümün içindeyiz. ABD'nin ve Avrupa'nın açık ya da örtük desteğiyle, bölgesel sınırların, güç dengelerinin ve siyasi rejimlerin yeniden tanımlandığı bir eşikteyiz. İsrail'in, askeri üstünlük ve cezasızlık imtiyazına yaslanarak sürdürdüğü bu yayılmacı siyaset, hukuk dışılığı ve süreklilik arz eden şiddeti bir sistematiğe dönüştürmüş durumda.

Giderek belirginleşen gerçek şu: İsrail bu tarihsel dönemde, 1967 sonrası oluşan jeopolitik kazanımlarını kalıcı hâle getirmek, hatta genişletmek istiyor. Bunu yaparken zamana karşı yarışıyor. Çünkü hem kendi iç dinamikleri (aşırı sağın yükselişi, güvenlik toplumunun tahkimatı), hem de dış çevresel koşullar (Trump yönetiminin desteği, Arap rejimlerinin rıza üretme çabası) bu pencerenin geçici olduğuna işaret ediyor. İsrail, fırsatın tarihsel olduğunu düşünüyor ve buna göre hareket ediyor.

İran'a yönelik çevreleme politikasının doğrudan bir saldırıya dönüşme ihtimali, uzun süre düşük riskli bir senaryo olarak değerlendirildi. Oysa gelinen noktada, bu senaryonun bizzat İsrail tarafından hayata geçirildiğine tanık oluyoruz. "Direniş ekseni"nin parçalanması ve nükleer kapasitenin sınırlandırılması, İsrail ve ABD'nin ortak hedefiydi. İlki, İran'ın bölgesel vekil ağlarının zayıflatılmasıyla büyük ölçüde tamamlandı. İkincisi ise ABD ve İran arasında yürütülen müzakerelere bağlıydı. Ancak İsrail, müzakerelere iki gün kala İran'a saldırdı. Bu durum ya ABD'ye rağmen alınmış bir karara, ya da müzakere masasının bir yanıltma aracı olarak kurgulanmış olabileceğine işaret ediyor.

Uluslararası sistemin neyi "müzakere", neyi "savaş" olarak tanımladığı ile sahada yaşananlar arasındaki mesafe, hiç bu kadar açılmamıştı.

İran'ın Demir Kubbe'yi delmesi, İsrail içinde ciddi bir psikolojik kırılmaya yol açtı. Sığınaklara inen sivillerin yaşadığı panik, güvenlik illüzyonunun kırılganlığını gösterdi. Buna rağmen Siyonist propaganda, uluslararası kamuoyunu kendi lehine yeniden şekillendirme konusunda mahirdir. Öyle ki mağduriyet söylemi, tarihsel örüntüleriyle birlikte yeniden devreye alındı.