Sessiz ayrılıkları, sessiz dönüşler mi izliyor
Bir dönem sessizce gelen bir cümle gibi yayılmıştı: "Artık sadece işimi yapıyorum."
Bu cümle, ne bir istifa mektubuydu ne de açık bir protesto. Ama milyonlarca çalışanın duygusunu dile getiriyordu. Pandemi sonrası dönemde global iş gücünün ruh halini özetleyen bu tutum, literatüre "quiet quitting" yani sessiz istifa olarak geçti. İşe gidip gelen ama duygusal bağını koparan, asgari düzeyde sorumluluk alan milyonlarca insan
Bugünse dünya genelinde yeni bir kırılma noktasındayız. Artık sessiz ayrılıkla değil; sessiz dönüşler konuşuluyor.
İş değil, denge arayışı
Sessiz istifa dalgası, çoğunlukla yalnızca ekonomik kaygılardan değil; tükenmişlik, belirsizlik ve aidiyet duygusunun zayıflamasından kaynaklandı. Bu süreçte birçok kişi freelance çalışmaya, uzaktan iş modellerine veya bireysel girişimlere yöneldi. Fakat dışarıdan özgürlük gibi görünen bu tercihler, içeride çoğu zaman yalnızlık ve belirsizlik duygusuna dönüştü. Sosyal bağ eksikliği, güven hissinin kaybı ve ekonomik dengesizlikler birleşince, bir kısım çalışan tekrar kurumsal yapılara yönelmeye başladı. Günün sonunda insan, sosyal bir varlıktı ve kararlarını verirken sosyalleşme güdüsünü göz ardı edemezdi.
Ancak bu dönüşler, klasik anlamda işe "geri dönüş" değil. Artık çalışanlar, sadece geçim sağlamak için değil; denge kurmak, sınır koymak ve anlam üretmek için geri dönüyor.
Kurumsal Yapı Hazır mı
İşte bu noktada büyük bir çelişki ortaya çıkıyor: Kurumlar sessiz ayrılıkları doğru okuyamadığı gibi, sessiz dönüşleri de henüz anlayabilmiş değil. Bir çalışan "geri döndüğünde", onun artık aynı kişi olmadığını, başka bir bilinçle geldiğini fark etmek gerekiyor. Bu yeni çalışan:
Çalışma saatlerini değil, zamanın akışını yönetmek istiyor.Görev tanımını değil, yetki sınırlarını müzakere ediyor.Statüyü değil, psikolojik güvenliği önceliyor.Yani geri dönen birey, bir pozisyonu değil; bir ilişki biçimini seçiyor. Bu nedenle insan kaynakları süreçlerinin, klasik işe alım kriterlerinden çıkıp, daha çok ilişki yönetimi modellerine evrilmesi bu noktada kaçınılmaz oluyor.
Zihin değişti, sistem değişecek mi
Bugünün çalışanı, artık sadece geçimini sağlamak için iş aramıyor. Zihinsel enerjisini koruyabileceği, üretkenliğini sürdürülebilir şekilde sunabileceği, en önemlisi de insan yerine konulacağı bir alan istiyor. Bu bağlamda "işe dönmek", bir yapıya değil, bir dengeye dönmek anlamını taşıyor. Ve bu denge, maaş bordrolarıyla değil; karşılıklı güvenle, şeffaflıkla, sağlıklı sınırlarla kurulabiliyor.
Kurumsal yapı, bu dönüşü okur ve karşılayabilir mi
Yoksa sessiz dönüşler de, tıpkı sessiz ayrılıklar gibi, geçici bir uyum yanılsaması mı olacak Bize bu yanıtı önümüzdeki birkaç yıl verecek.
Yeni çalışan profili karşısında sendikalar nasıl şekillenmeli
Klasik sendikacılık bu dönüşü tanımıyor
Geleneksel sendikalar, 20. yüzyılın üretim odaklı, dikey hiyerarşili ve açık sömürü dinamiklerine göre örgütlendi. O dönemin ana meseleleri; ücret artışı, çalışma saatleri, iş güvenliği gibi somut ve kolektif pazarlık konusu edilebilecek başlıklardı.
Ancak sessiz istifa ve dönüş gibi çağdaş fenomenler, çoğunlukla görünmez çatışmaları, içsel huzursuzlukları, tükenmişliği ve psikolojik sınır ihlallerini içeriyor. Bunlar kolayca müzakere masasına konabilecek talepler değil. Hatta bu yeni çalışan profilinin büyük kısmı, sendika kelimesini duyduğunda onu hâlâ "fabrika"yla özdeşleştiriyor. Yani artık işçiler değil; bireyselleşmiş çalışanlar var. Ve bu çalışanlar aslında bir "teklif" değil, bir "denge" arıyor.