Ne olacak yapay zekayla olana bu ilişkimiz Bir yanda Nick Bostrom gibi filozoflar, yapay zekanın toplumu kökten dönüştüreceğini söylüyor. Öte yanda siyasetçiler hala bu dönüşümü nasıl yöneteceklerini tartışıyor. Halk ise "simülasyonda mıyız" sorusuna esprili ama derin kaygılarla cevap veriyor. Gerçek ile kurgu arasındaki çizgi bulanıklaşıyor.
2003'te Oxfordlu filozof Nick Bostrom'un ortaya attığı "bir simülasyonun içinde yaşıyor olabiliriz" fikri, başta bilim kurgu meraklılarını büyüleyen tuhaf bir düşünce deneyi gibiydi. Bugün ise aynı fikir, yapay zeka laboratuvarlarının toplantı notlarında, politika raporlarında ve Twitter esprilerinde kendine yer buluyor.
Yapay zeka sadece teknolojik bir gelişme değil; siyasi kararların, toplumsal değerlerin ve halkın hayal gücünün merkezine oturan bir güç haline geldi. Peki, bu yeni çağda hem siyaseti hem de toplumun algısını şekillendiren dinamikler neler
Teknoloji politikası: Yöneten mi, yönetilen mi
Bostrom'un sık sık uyardığı noktalardan biri, "AI governance" yani yapay zekanın küresel düzeyde nasıl yönetileceği. ABD'de Beyaz Saray geçen yıl "AI Executive Order" ile etik ilkelere dayalı düzenleme hazırladı. Avrupa Birliği, AI Act ile daha sıkı bir çerçeve çizdi. Çin ise yapay zekayı, devletin gözetim ve sosyal kontrol araçlarıyla entegre ediyor.
Ancak sorun şu: Yapay zeka küresel ama politikalar yerel. Bir ülkenin getirdiği kural, diğerinde geçerli olmayabiliyor. Tıpkı internetin ilk yıllarında olduğu gibi, "kim kimin verisini saklayacak, kim kime hesap verecek" sorusu hala havada asılı.
"Hedef tam işsizlik"
Bostrom'un provokatif tespiti şu: "Hedef tam işsizlik." Ona göre, gelişmiş yapay zeka tüm üretimi devraldığında insanlara iş kalmayacak. Bu, siyasiler için en zor soruyu gündeme getiriyor: İşin olmadığı bir dünyada refah devleti nasıl işleyecek Teknoloji politikası burada sadece teknik değil, ahlaki bir tercih haline geliyor. İnsanlara "çalışmadan da değerli olduklarını" hissettirmek, belki de önümüzdeki yüzyılın en büyük siyaset projesi olacak.
Bilim kurgu, mizah ve kaygı
Genç kuşak, TikTok ve Reddit'te sık sık "Matrix glitch" videoları paylaşıyor: Gökyüzünde takılıp kalan uçaklar, aynı anda yürüyen kopya insanlar… Bunlar çoğu zaman sahte ya da montaj ama toplumsal bir eğilime işaret ediyor: Gerçeğe güven azalıyor.
Anketler, Z kuşağının önemli bir kısmının "evrenin simülasyon olabileceğine" en azından ihtimal verdiğini gösteriyor. Bu, ironik bir şaka olmaktan öteye geçiyor; çünkü algı, siyaseti besleyen en güçlü yakıt. Eğer insanlar gerçeklikten kuşku duymaya başlarsa, siyasi otoritelerin "hakikat" üzerindeki kontrolü de zayıflıyor.
Korku ile umut arasında salınan toplum
Bir yanda, yapay zekanın işsizlik ve eşitsizlik getireceği korkusu, öte yanda, kanser tedavisinden iklim krizine çözüm bulacak "dijital kahraman" umudu. Bostrom'un ifadesiyle, "fretful optimism" yani kaygılı iyimserlik hakim. İnsanlar geleceği korkuyla bekliyor ama bir yandan da ondan mucize beklemeyi bırakmıyor.
Politikacılar ise bu duygusal dalgalanmayı yönetmekte zorlanıyor, kafalar karışık. Bir gün "yapay zeka yatırımlarını artıracağız" diyorlar, ertesi gün "ülkeyi korumak için yapay zekayı sınırlayacağız." Halkın da kafası karışıyor, çünkü siyasetçiler de aslında belirsizlik içinde.
Nick Bostrom'un simülasyon teorisi ya da yapay zeka hakkındaki öngörüleri, artık sadece felsefi tartışma değil; yeni siyaset sahnesinin dekoru. Bir yanda küresel düzenlemeler için pazarlık yapan hükümetler, diğer yanda "ben robotlarla aynı haklara sahip miyim" diye soran vatandaşlar var.
Belki de geleceğin siyaseti, sadece yasaları değil, insanların gerçeğe dair inançlarını da yönetmek zorunda kalacak. Çünkü gerçekliğin kendisi tartışmalı hale geldiğinde, halkın güvenini kazanmak her zamankinden daha zor olacak.
Kıyafetlerden ruh hallerine… Freud'un kanepesinde bir garip terapi!
Londra'da bir apartman dairesi düşünün. Duvarda kütüphane, bir kanepe, ışıklar yumuşak… Konuk koltuğa uzanıyor, ev sahibi ise koltukta usulca sorular soruyor. Psikanalizin kurucu babasına aileden bağlılık böyle bir şey herhalde. Sigmund Freud'un ressam torunu Lucian Freud'un modacı kızı Bella Freud, haftalık podcast'i "Fashion Neurosis" ile konuklarının gardıroplarından ruh hallerine bir yolculuk yaptırıyor.
Freud'un kanepesi, moda dünyasının itiraf kulübü gibi çalışıyor. Ünlü top model Kate Moss, Naomi Campbell, oyuncular Julianne Moore, Courteney Cox, Tilda Swinton, Cate Blanchett, modacı Christian Louboutin Rick Ovens ve daha kimler kimler…. Tüm bu isimler Bella Freud'un tasarımları giymeyi tercih eden ünlüler. Hatta Galler Prensesi Kate Middleton da Freud giyinen isimler arasında.
Neyse dönelim bu ilginç programa. Format basit: Konuk kanepeye uzanıyor, kamera hafif tepeden akıyor, soru daima kıyafetten başlıyor ama neredeyse hep kalbe varıyor. Bu terapimimarlı kurgu sadece ses akışında değil, YouTube kanalında da izlenebiliyor.
Freud, bu ilginç formatın kendisini de tedavi ettiğini söylüyor. Bella Freud'un küçük odasında, moda "hafif" bir konu değil; tersine, hayatı taşımak için seçtiğimiz bir arayüz. Birine "Bugün neden bunu giydin" diye sormak bazen 'Büyürken nerede kırıldın'a , 'Kendini kime göstermek istiyorsun'a, 'Hangi halini saklıyorsun'a bağlanıyor. Konuklar, kanepeye saçılan anekdotlar eşliğinde, stilin bir 'zırh' kadar 'itiraf' da olabildiğini hatırlatıyor. Dinlerken şunu fark ediyorsunuz: Kıyafetler aslında birer duygu hafızası.
Freud, "kanepede yatma" jestini eğlenceli bir sahne malzemesi olmaktan çıkarıp görgü tanığına çeviriyor. Haftalık akış YouTube'da da izlenebildiği için beden dili, bakış, duraksama hepsi kayda giriyor. Bir bakıma, Sigmund'un 'görüş alanından uzak terapisti' yerini, kadrajın içinde ama egosunu dışarıda bırakmaya çalışan bir ev sahibine devretmiş gibi.
Kapanışta, moda dünyasına küçük bir ödev: Hep "şeytan ayrıntıda gizlidir" denir ya ; bu program gösteriyor ki, bazen şifa da ayrıntıda. Bir topuk, bir yakalık, bir çocukluk elbisesi… Doğru soruyla birleşince, bir gardıroptan koca bir hayat çıkabiliyor. Yeni sezonun en "giyilebilir" trendi belki de bu kendini anlatmanın rahatlığı…
Üniversiteyi Reddeden Aktivistten, Şiddetle Kapanan Bir Hikayeye
10 Eylül'de Utah Valley Üniversitesi'nde kendisini destekleyen binlerce gencin önünde vurulan ABD'nin en ünlü muhafazakar aktivisti Charlie Kirk'ün ölümü ülkeyi karıştırdı. Olay sadece bir gençlik örgütü liderinin ölümü değil Amerikan demokrasisinin kırılganlığına dair karanlık bir işaret olarak yorumlanıyor.
Peki Charlie Kirk kimdi