'Stratejik Mağduriyet' çağı

Son yılların en etkili siyasal dili stratejik mağduriyet. Lider, kendisini (ve giderek ulusu) haksızlığa uğramış bir kurban olarak resmediyor; ardından fail(ler)i adlandırıp intikam/karşılık vaadiyle katı politikaları ahlaken meşrulaştırıyor. Şimdi nereden çıktı bu mevzu Geçen hafta Journalism and Media dergisinde yayınlanan kapsamlı bir çalışma işte bu konuyla ilgili ilginç detayları anlatıyordu.

Neyse dönelim detaylara… Bu stratejik mağduriyet kavramının güncel ve çarpıcı bir örneğini, ABD Başkanı Donald Trump'ın 2 Nisan 2025'te ilan ettiği ve "Liberation Day" (Kurtuluş Günü) diye adlandırdığı geniş tarifeler paketinde gördük. O gün Beyaz Saray Gül Bahçesi'nde, ABD'nin onlarca yıldır 'yağmalandığını' iddia ederek, tüm ithalata taban bir tarife (yaklaşık yüzde 10) ve onlarca ülkeye ek 'karşılıklılık' tarifeleri açıkladı. Bu adım, yalnızca teknik bir ticaret hamlesi değildi. Mağduriyet- fail - misilleme anlatısının, politika üretimine çevrildiği bir an oldu.

Helenik Ordu Akademisi'nden dilbilimci Marianna Patrona, Journalism and Media dergisindeki kapsamlı çalışmasında, Trump'ın söyleminde 'mağdurdan intikamcıya' geçişi inceliyor. Patrona, kampanya konuşmalarından Davos açıklamalarına kadar 2020–2025 arasını tarıyor ve 'acı/mağduriyet' anlatısının, "yakında gereğini yapacağız" türü geleceğe taahhüt içeren ifadelerle nasıl eklemlendiğini, bunun da tarifeler gibi zorlama politikalara ahlaki zemin hazırladığını gösteriyor. Bulgusu sert: "Otoriter mağduriyet retoriği masum değil; yürütme gücü ele geçirildiğinde anti-demokratik ve baskıcı uygulamaları hem öngörür hem de hayata geçirir."

MAĞDURİYETİN SİYASETTEKİ GÜCÜ: NEDEN TUTUYOR

Siyaset psikolojisi literatürü, mağduriyetin yalnızca bir kampanya hilesi olmadığını, ahlakı ve siyaseti iten temel duygusal motorlardan biri olduğunu söylüyor. Sosyal psikolog Prof. Kurt Gray'in 2024 tarihli geniş derlemesi, "mağduriyetin ahlak ve politikada en güçlü kuvvet" haline geldiğini; ahlaki muhakemenin giderek "kimin zarar gördüğü" ekseninde kurulduğunu anlatıyor. Yani "zarar gören biziz" iddiası, empatiyi bizlere yöneltip öfkeyi dışa yani kanalize ediyor.

2025'te yayımlanan iletişim ve siyaset çalışmaları da tabloyu tamamlıyor: Mağduriyet anlatıları ABD siyasetinde partiler üstü bir araç haline gelmiş durumda; politik aktörler "halkı dış güçlere karşı mağdur" olarak kodlayıp kitleleri mobilize ediyor. Bu çerçeve, haber tüketiminden parti kimliklerine kadar uzanan bir algı ekosistemi kuruyor. Dahası, rekabetçi/karşılaştırmalı mağduriyet hissinin (yani biz onlardan daha çok mağduruz) anti-demokratik politika tercihlerini öngörebildiğine dair bulgular da var.

DİLİN SİYASETE ÇEVRİLDİĞİ AN

Trump'ın 2 Nisan konuşmasında tarifeler, yalnızca ekonomik araçlar olarak değil, adaletin tecellisi gibi anlatıldı. Ertesinde gelen Beyaz Saray bilgi notları, çerçeveyi "ekonomi ve ulusal güvenliği güçlendirme" olarak pekiştirdi. Böylece ticaret açığı bir veri olmaktan çıkıp ahlaki yaraya, tarife ise meşru karşılığa dönüştürüldü.

Patrona'nın tarif ettiği stratejik mağduriyet formülü şöyle:

1- Mağduriyetin ulusallaştırılması: "Amerika uzun süredir sömürülüyor."
2- Failin adlandırılması: "AB bizi adaletsizce muamele ediyor… Çin de bu boşluğu suistimal ediyor…"
3- Misilleme vaadi/taahhüdü: "Buna izin vermeyeceğiz, karşılık vereceğiz."
Bu üç adımın toplamı, sert politikalara duygusal kredi açıyor.

NEDEN DİKKAT ETMELİYİZ

Çünkü stratejik mağduriyet, yalnızca ülkeler arası çekişmelerde değil, iç politikada da normları yeniden yazıyor uzmanlara göre. "Biz mağduruz; onlar zalim." Bu ikilik kökleştikçe, uzlaşının dili zayıflıyor, güç kullanımı meşrulaşıyor. Patrona'nın söyledikleri bu noktada önem kazanıyor: "Retoriğin kendisi, politik mimariye dönüşüyor."

Ekonomik cephede de sonuçlar somut. Bağımsız analizler, 2025'teki tarifelerin hane halkına ek vergi benzeri yük bindirdiğini, ortalama tüketici maliyetlerini artırdığını belirtiyor. Yani "intikam" duygusal olarak tatmin edici olabilir; ama faturası enflasyon, tedarik zinciri sürtünmesi ve fiyat artışları şeklinde geliyor.

MEDYA ÇAĞINDA "KURBAN ANLATISI"

Dijital platformlar, yüksek duygulu, basit çerçeveli mesajları ödüllendiriyor. Mağduriyet ve onu takip eden "hak edilmiş misilleme" tam da bu algoritmik ekonomiye uygun. Hızlı anlaşılır, kolay paylaşılır, güçlü mobilizasyon sağlar. 2025 boyunca Washington'un tarifeler anlatısı, resmi duyurular ve görsel sunumlarla (dev tablolar, ülke listeleri, "karşılıklılık" grafikleri) sosyal akışlara seri halde sürüldü. Bu, Patrona'nın işaret ettiği 'yakında şunu yapacağız' söyleminin gösteriye dönüşmüş hali: Söz, plan, sahne ve uygulama.

Siyasette mağduriyet yeni değil. Yeni olan, bu duygunun tasarlanıp paketlenmesi ve politika motoruna bağlanması. "Stratejik mağduriyet" tam da bu: Kitle psikolojisini, dilbilimsel araçları ve medya dinamiklerini tek bir hatta toplayan bir yönetim tekniği. Sorusu basit ama yakıcı: Mağduriyetin sağladığı ahlaki krediyle atılan adımlar, demokratik normları ve ekonomik refahı nereye taşıyor
Hafta sonu kahvenizi içerken, haber akışında herhangi bir liderin "Biz yıllardır haksızlığa uğruyoruz" dediğini duyarsanız, kulağınız ikinci cümleyi arasın: "Ve şimdi şunu yapacağız." O cümlenin içindeki vaat, yalnızca bir vaat değildir; çoğu zaman, çok daha sert bir siyasetin habercisi olabilir.

MİNİMAL KARİZMA, MAKSİMUM VİRAL HASAT

Bir zamanlar influencer'lar kahvelerinin köpüğünü 15 dakika boyunca ayarlayıp fotoğraf çekiyordu. Şimdi yeni neslin hedefi çok daha sade: Aura farming. Yani, zahmetsizmiş gibi görünen ama aslında ciddi bir stratejiyle inşa edilen 'karizma yayma' sanatı.