Peş peşe gelen ifşalar sonrası zor günler geçiriyoruz... Tanıdığımız, bildiğimiz, bazıları hayran olduğumuz isimler bir bir düşüyor gözümüzden! Dokunmakla başlayan, şakalaşmalarla süren, alkolle cesaret bulup daha da ileri giden bu tacizcilerin en çok korktuğu şeyi söyleyeyim size: Dayanışma... Ve elbette ailemin hep kulağıma küpe olan öğretisi: Saat kaç olursa olsun evine gel!
Taciz davaları, çoğu zaman karanlık bir labirentte kayboluyor. Şahitsiz bir suç, görünmez delillerle uğraşırken, kurbanın sesi susturuluyor, failin itibarı korunuyor. Epstein olayı bunun en çarpıcı örneklerinden biri: Medya ve kamuoyu baskısına rağmen, yıllarca gizlenen tacizler, şeffaf olmayan anlaşmalar ve yüksek profilli isimlerin koruması sayesinde gözden kayboldu.
Sessizlik, ihlal ve taciz zincirini besliyor. O yüzden konuşmak, ifşa etmek ve dayanışmak, en temel savunmamız. Türkiye'de son günlerde sosyal medyada fotoğrafçılık, müzik, sinema ve yayıncılık alanlarında taciz iddiaları paylaşılıyor. Yayılan taciz ifşaları, sanat ve medya dünyasında büyük yankı uyandırdı. İfşalar adaletin sağlanmasına sebep mi oluyor yoksa linç kültürüne mi yol açıyor Bu soruların yanıtını ararken, ifşalara ilişkin süreci ve tartışmaları; tacizin karanlık başlangıcını, sınır ihlali nedir, nerede başlar Saygınlık, tacizi örtmeye yeter mi İşte bu üç soruda derledik.
TACİZCİLER, KİME NASIL YAKLAŞACAĞINI ÇOK İYİ BİLİYOR
İstanbul'a okumak için gelen, sonra çalışmaya kalanlardanım ben. Şehrin ışığına da gölgesine de tanık oldum. Yıllardır gördüğüm şeylerden öğrendiğim en net gerçek şu: Tacizciler, kime nasıl yaklaşacağını çok iyi biliyor.
Epstein belgeselinde de hep söylenir: En zayıfı seçerler. Çünkü onlar sınır ihlalini nerede deneyebileceklerini sezmekte ustadır. Benim hikayem travmasız. Çünkü büyürken kulağıma hep aynı söz fısıldandı: "Saat kaç olursa olsun, evine gel kızım."
Dışarıda kalmak yoktu. Arkadaşlarım sabahlara kadar evlerde kalırdı, özendim de. Ama yapamadım. Şimdi "İyi ki" diyorum. Çünkü o evlerde yaşanan üzücü anılara çok şahit oldum. Bir gece, arkadaşımın kaldığı evde sabaha karşı ağlayarak aradığına tanık oldum. Alkolün gölgesinde kimse kendinde değildi. "Ben istemedim" diyordu, ama kimse duymamıştı. İşte o an anladım: Sınır ihlali, en çok kimsenin 'Hayır'ını duymadığı anlarda oluyor. Ve biz susarsak, o 'Hayır!' daha da boğuluyor. Benim payıma düşen buydu: Kendi yolumda temkinli olmak, kız kardeşlerimin yanında durmak. Onları korumak, 'susma' demek, 'Hayır' demek için güç vermek.
SINIR İHLALİ NEREDE BAŞLIYOR
İlk dokunuşta. Omzunuza izinsiz konan el, 'şakalaşma' adı altında yakınlaşma... Küçük görünüyor ama değil. İlk ısrarda. "Hadi ama, bir şey olmaz" cümlesi, sınırı aşmanın en açık işaretidir. İlk suskunlukta. Rahatsız olduğunuzu belli ettiğiniz halde sessiz kalınırsa, orada bir ihlal başlamıştır.
'HİÇ UMMAZDIM' DEDİĞİMİZ İNSANLAR
Taciz söz konusu olduğunda en büyük şaşkınlık, bazen failin kimliğinden gelir. "O mu Hiç ummazdım.." dediğimiz insanlar... Kimi sektörde tanınan, kimi çevresi tarafından saygı gören... Fakat işte tam da bu noktada tacizin en çıplak gerçeğiyle karşılaşıyoruz: Failin görünürdeki kimliği, yaptığı şeyin ağırlığını değiştirmiyor.
Son zamanlarda yaşadığım şaşkınlık da buradan kaynaklanıyor. Sektörden birkaç kişiyi duyduğumda, inanın içim burkuldu. Hiç yakıştıramadım, hiç beklemezdim. Ama gördüm ki hepsinde ortak bir nokta var: Alkol. Birkaç kadeh sonrasında, 'şaka' diyerek kişisel alanı zorlamak, istemediği hâlde birine yakınlaşmak, sınırları aşmak... Yani basitçe sınır ihlali. Oysa sınır ihlali, sadece fiziksel temasla başlamıyor. Rahatsız eden bir bakış, istemediğiniz hâlde devam eden bir ısrar, "Bir şey olmaz" diye üstünü örten tavırlar... Bunların hepsi tacizin habercisi. Ve o anlarda en çok yapılması gereken şey, sınırlarımızı korumak. Çünkü sınır koymak, sadece kendimizi korumak değil; aynı zamanda karşı tarafa net bir mesaj vermektir: "Burası benim alanım. İhlal edemezsin."
Ne yapmalı Alkolün gölgesine dikkat. Tanıdık ya da 'saygın' diye görmezden gelme: Failin kimliği, davranışı aklamaz!