Yapay zekanın duyduğu çığlık
Bugün bayram.
Çok güzel bayramlarımız oldu. Gene olacak, biliyorum.
Ancak Adaleti aradığımız, adaletin susuzluğu ile sınandığımız günlerden geçiyoruz.
Haftanın gelişmeleri hep bunu haykırdı
İnfaz paketini, hem de "onuncu" dediklerini açtılar bu hafta. İçinden adalet çıkmadı, eşitlik çıkmadı.
İBB'nin son dalgasında da tutuklamalar yapıldı. Bu kez, gözaltında olanlar sıra sıra, kollarında görevliler ile götürülürken resimleri, videoları kamuoyuna servis edildi.
O görüntüleri servis edilenlerin her biri hukukun temel prensibine göre masum insanlardı, çünkü hiçbir tanesi mahkûm değildi.
Ama her birine ağır hüküm giymiş insanlar gibi davranıldı.
Keşke adaletle derdimiz sadece bu haftalık olsaydı.
Ama çok zamandır adaletli bir yargı sırra kadem bastı.
Benim de aralarında yer aldığım 19 imzacısı olan "Adalete Çağrı" metni, "bir beka sorunu gördüğümüz bu adaletsizlik" sürecinin ürünüdür. Toplum da aynı şeyi görüp yaşıyor:
"Mevcut gidişe seyirci kalmamak, her duyarlı yurttaşın görevi; insani ve vicdani sorumluluğudur. Çağrımız bu sorumluluğun gereğidir" diyerek imzaladığımız metin en esaslı ihtiyacımız olan hukuk devletinin tesisinde bir olmak adına bir haykırış, başarmak adına bir umudun işaret fişeğidir.
Geniş bir şekilde yankılanması ve çok olumlu tepkiler de bunu söylüyor.
Hatta yapay zekâ bile
Yapay zekanın değerlendirmesinden haftada iki kez gerçekleştirdiğimiz YouTube program ortağım gazeteci Oğuz Bakır sayesinde haberdar oldum.
Sevgili Oğuz, çağrıyı yapay zekaya sormuş.
Bakın "Adalete Çağrı" metnimizi yapay zekâ nasıl yorumlamış:
"İmzalayanlar arasında eski bakanlar var, iktidar partisinin kurucuları var, hukukçular var.
Liste bayağı dikkat çekici. Çok farklı siyasi yelpazelerden, farklı alanlardan isimleri bir araya getiriyor.
19 ismin bir araya gelmesi bile işte başlı başına önemli bir sinyal aslında.
Ülkedeki adalet algısına dair hayli yaygın bir endişenin işareti olarak okunabilir.
Metnin özünde aslında çok net bir uyarı var.
Diyor ki Türkiye'de hukukun üstünlük ilkesi ciddi şekilde aşınıyor ve yargı maalesef siyasi etki altında kalıyor gibi bir endişe ortaya çıkıyor.
Özellikle de 2017'deki anayasa değişikliği sonrası.
Kuvvetler ayrılığının yani yasama, yürütme, yargı arasındaki dengenin zayıfladığı vurgulanıyor.
Eleştiriler oldukça somut. Mesela AYM ve AİHM kararlarının gereği gibi uygulanmaması meselesi.
Sonra işte kayyum atamaları, seçilmiş yerel yöneticiler yerine devletin atama yapması, yönetimin kanun hükmünde kararnamelerle yani KHK'larla ülkeyi yönetme biçimi, keyfi olduğu düşünülen tutuklamalar bütün bunlar sıralanıyor.
Yargılama süreçleriyle ilgili de spesifik eleştiriler var.
Gizli tanık uygulaması yani kimliği gizli tanık ifadelerine dayanılması.
Bir de iltisak kavramı yani somut bir delil olmasa bile bir kişi ya da kurumla bir şekilde ilişkilendirilme durumu bunların adil yargılanma hakkını zedelediği belirtiliyor.