Balat'taki Epifani töreni yani Rum Ortodoks Patriği'nin denize atacağı haçı soğuk sudan çıkarıp alabilmek için güzel bir gündü. Cemaat henüz kilisede dua etmekte olduğu için, denize haçın atılacağı bariyerlerle çevrilmiş alanın çevresindeki polisin sayısı katılımcılardan daha fazla görünüyordu. Girişteki polis, güvenlik nedeniyle belirlenen tek yönlü girişi tarif ederken, "Ayin için mi geldiniz" diye sordu. "Elhamdülillah" diye söze başlayacaktım ki, gülerek "Yok, yalnızca fotoğraf çekmeye geldim" dedim, nedense!
O sırada, ziyaretçilerden sıkışmış araç trafiğindeki aracından dışarı sarkan bir adam, genç polise oradaki insan yoğunluğunun nedenini soruyordu. Polis bir an yutkundu ve kısaca, "Hristiyanlıkla ilgili bişey!" diye yanıtladı. Kamyonetin içindeki adam, "Bizlik bişey yokmuş!" diyerek arkasını döndü.
Kimliğinde Müslüman yazan bizler için de bizlik bir şey yoktu ama en azından kültürel bir aktivite olarak ilgimizi çekiyordu. Hristiyan dünyasının İsa'nın doğumundan 12 gün sonra kutladığı Epifani, İstanbul'da Rum Ortodoks Kilisesi'nin önderliğinde gerçekleştirilmekteydi. Son bölümündeki denizden haç çıkarma ritüeli ise görsel niteliğiyle ilgi çekmekte ve çok yoğun izleyici almaktaydı.
Dini bütün Hristiyanlar(!) sabahın erken saatlerinde gelip kilisedeki törene katılırlarken, Müslümanlıktaki 'binamaz' olan bizim gibiler duaya katılmayıp deniz kenarındaki bariyerin arkasında yerlerini almışlardı. Saatler geçtikçe saflar sıklaştırıldı. Deniz kenarında ise sahne kurulmaktaydı. Elinde telsizi olan Kosta'lar Niko'lar, belediye görevlileriyle birlikte koşuşturuyorlardı. Farfara diye nitelenebilecek bir telaş ve hafiften estirilen kaotik havanın sonunda birbirlerine sarılıp gülmeleriyle, tören tam Ortodoksluk kokuyordu. Katolik bir Anglo-Sakson ülkesinde asla görülmeyecek genişlik ve rahatlık
Bariyerin arkasında yoğun bir Rumca ve beraber geldiği genç kızları yumuşak sesi ve bilgisiyle etkilemeye çalışan genç erkeklerin Türkçeleri duyuluyordu. Yanımdaki Rum kadının üstünden geçen uçak için "Aaa planör geçiyor" diyerek telefonuyla fotoğraf çekmeye çalışmasından, onun da bizden olduğunu anlayacaktık. Bir başkası denizden çıkanlara hediye olarak da verilen havluları göstererek, "Onlar peçetes mi" kabilinden söylediğini, diğeri büyük olasılıkla "Hayır, havlu" diye yanıtlamış olmalıydı.
Saatlerce süren bekleme sırasında gittikçe sayısı artan kalabalık, çok hoş insanlardan oluşmaya başladı. Sıkışık düzende ayakta beklenirken, fermuarlı mont cebinden kolaylıkla alınabilecek cüzdan ve telefonun, bu insanlarla birlikteyken güvende olduğu duygusu insanı biraz burkuyordu! Türkiye'nin her yeri böyle olmalıydı. Hem öncesinde hem tören sırasında sürdürülen saygılı sessizlik de övgüye değerdi. Orta yaşlardaki, kent soylu görünümlü, kimliği kesinlikle Ortodoks olmayan, Türkçe konuşan bir kadının fotoğraf çekemediği için ön sıradakileri uyarması tek istisna oldu. Tabii kuralı bozamadı; bozdurtmadım!