Emine Abla Turizmi

Bir Doğu Karadeniz gezisi öncesi Google'da konuk değerlendirmeleri arandığında, göze ilk çarpan, hizmet sektöründeki sözgelimi "Emine Abla ve Ali Abi" betimlemeleri oluyor. Akdeniz ve Ege'deki kitle turizminin, yine sözgelimi "Xeveria Resort Garden zort(!)" isimlendirmeleri sonrası, abla ve abi üstünden yapılan bu tür değerlendirmeler çok naif kaçıyor. Böylece daha butik ve insani bir gezi seçimi yaptığınızı anlıyorsunuz.

Komşu kıyı şehirleri arasındaki ulaşımın çok tartışılan deniz dolgusu ile yapıldığı Doğu Karadeniz'de, doğal olarak hava ulaşımı da denizin doldurulmasıyla oluşturulan havalimanından gerçekleştiriliyor. Gelgelelim, neredeyse iki havalimanı genişliğinde yer alan yeni bir deniz dolgusunun, 800 yataklı Rize şehir hastanesi için yapılmakta olduğunu öğrenmek işin abartıldığını gösteriyor. Genç bir iç deniz sayılan ve bu nedenle sığ ama kıyıları derin olan Karadeniz, hastane müteahhitlerine doldur doldur bitmez bir hafriyat kazancı sağlıyor.

ay bardağı şeklinde stilize edilen Rize-Artvin havalimanı kontrol kulesi, farklı bir yöreye gelindiğinin ilk işaretini veriyor. ıkıştaki ilk ve tek yönlendirme tabelasının 'silah teslimat!' oluşu da bu düşünceyi pekiştiriyor. Derken yerli tur sahibi/rehberimizin WhatsApp'tan bizi uyaran mesajı geliyor: Park alanında 08 plakalı Mercedes aracında sizi bekliyorum... Dışarı çıktığımızda nerdeyse bütün araçların 08 Artvin plakalı olduğunu görüyoruz! Karadeniz'e hoş bulduk! Şahane rehberimiz Necati'nin anlatımıyla, "İşte öyle de bişey!" onlar, oralılar...

Rehberimiz, şahsım Karadeniz cahili başta olmak üzere cümlemize 'Karadeniz coğrafyasının insanı şekillendirdiğini' söylemekle işe başlıyor. Lazlar nerede yoğunlaşmıştır, Gürcü kimdir, Ahıska Türk'ü, Kıpçak boyları bölgeye ne zaman yerleşmiştir gibi temel bilgilerin yansıra coğrafyayı öğrene öğrene ilerliyoruz. Üniversitedeki uzmanlığını 'Gürcü ve Laz kültürünün birbirine etkisi' başlıklı araştırmasıyla alan rehber, hele bir de yörenin yerlisi olunca ilk günün sonuna doğru şivemiz Lazcaya kaymaya başlıyor. Beş gün boyunca (iyi ki!) bozuk toprak yollarda ilerlediğimiz aracımızda çalan Karadeniz müziği sözlerinin, hangi etnik kimliğe ait olduğu konusunda sınav halindeyiz...

Müzik demişken; nerdeyse bütün parçaların teması aynı. İstanbul'dan gelelum, Yaylaya gidelum, finduğu toplayalım, yârin yanağına da buse konduralim! İstanbul 'un, özellikle Rize'nin tek bağlantısı olarak türkülere yansıması, ülke siyasetinde bu yörenin neden bu denli etkin olduğunu da açıklıyor. Sonradan da anlıyoruz ki şu anda bölgede görülen nüfusun büyük bir çoğunluğu başta İstanbul olmak üzere Rize dışında yaşamaktadır ve büyük bir özlemle yazın yaylaya, memleketlerine çalışmak için de dönmektedirler.

Bölgede her yerleşimin, her coğrafi alanın en az iki farklı adı var. Sık orman varlığı içindeki şahane göllerin heyelan set gölü olduğunu ve kışın donduğunda 'gölün üstünün öküz tutacak kadar kalınlaştığını!', her çam ağacının farklı kozalağı olduğunu, Köknar'ın köklerinin nasıl ilerlediğini, yine Köknar kozalağını pırtlattığımızda saçılan nefis çam kokusunu öğreniyoruz. Ormanda serçe, kanarya sesi duymuyor ama tepemizde uçan şahin, doğan, kartal gibi yırtıcı kuşlara sıklıkla şahit oluyoruz. ayın en makbul olanının iki buçuk yaprak kıvamına gelmiş Mayıs ürünü olduğunu, siyah, yeşil ve beyaz çayın yalnızca çayın işlenmesiyle farklılaştığını anlıyoruz. Gece göl kıyısında Samanyolu fotoğrafı çekme isteğim de ayıyla karşılaşma olasılığı yüzünden geri çevriliyor!

Şoförümüzün, mola yerine geldiğinde aracın kapısını açık bırakması her seferinde panik yaratıyor. Değerli eşyamızı koruma adına girilen bu paniğin bölge insanını tanıdıkça ne denli yersiz olduğu hemen anlaşılıyor. Özellikle tesis sahibesi kadınların içtenliği konukları etkiliyor. Böylece yöresel ürünleri kullanarak yaptıkları yemekler ve konukseverlikleriyle, Doğu Karadeniz turizminin neden özel isimler üstünden yürüdüğü net anlaşılıyor.