Sözcüğün aslı olan 'Ho ho hoşi minbir iki üçdaha fazla VietnamErnesto'ya bin selam' sloganının atıldığı zaman diliminde üniversitedeydim. Ho Chi Minh'in ne denli büyük bir lider olduğunu bilmediğim yıllardı. Ne yazık ki Vietnam'ın babası Ho Chi Minh savaşın kazanıldığını görmeden ölecekti. Amerika'nın Vietnam savaşını kaybettiğini ODTÜ ikinci yurdunun televizyon odasındaki TRT yayınında, 17 Mayıs 1975 günü öğrendim. İsmail Cem İpekçi'nin genel müdürü olduğu özgürlükçü TRT kurumunun, Vietnam'ın savaşı kazanışını coşkuyla haberleştirmesini bugün gibi anımsıyorum
Vietnam'ın sonraki yıllarda filmlere konu olacak gerilla savaşı Amerika'yı pes ettirmişti. Ama bence Amerika'ya asıl kaybettiren sanatçısı, sporcusu, yazarı, bilim insanı ve siyasetçisiyle ülkede savaş karşıtlığı oluşturan muhalefetin yükselmesiydi. Amerika kendi pisliğini yine kendisi temizlemişti. Bundan sonrasını yani oralarda neler olup bittiğini filmlerden, kitaplardan öğrenecektik.
İnsanın, Vietnam'ın da aralarında olduğu 'gelişmekte olan' diye anılan ülkelere yaptığı gezilerde, ülkesi Türkiye'yle her daim koşutluk kurması kaçınılmaz oluyor. 'Amerika'nın, daha öncesinde ise Fransa'nın Vietnam'da ne işi vardı' sorusuyla başlayan irdelemeler her alanda sürüyor. Örneğin, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk'ün 'misakı milli' yani sınırları belirlenmiş vatan toprağı içindeki bağımsızlığı koruma anlayışı Hindi Çini denen yarımadada nasıl işlemişti Ho Chi Minh de bugünkü Türkiye liderinin benzeri söylemleriyle "Vietnam Vietnam'dan daha büyüktür. Ufkumuzu 331 bin kilometre kareyle sınırlandırmayız!" diyerek mi savunmasını komşu ülke Laos'ta kurmuştu Laos ülkesi her sekiz dakikada bir olmak üzere dokuz yıl boyunca bu yüzden mi bombardımana uğratılmış, halen dünyanın en fakir ülkelerinden biri olarak kalmıştı
Vietnam dünya gözüyle görüldüğünde, Fransa'nın 1945 yılına kadar süren işgalinin tamamen hammadde sömürüsüne dayandığı anlaşılıyor. Ne yazık ki Fransa, Britanya gibi emperyalizmin kitabını yazmış bir ülkeden farklı olarak kolonyalizmini, bulunduğu coğrafyayı geliştirmek üzere kullanmamış, bir ölçüde de olsa Vietnam'ı geliştirmemişti. Bu yüzden yalnızca, o dönemin incelikli Fransız mimarisini içeren yapı stoğu ile varlığını sürdürüyordu. Bir de nitelikli restoranlardaki Fransız yemeğiyle
Okyanuslarla belirlenmiş sınırlarından dokuz bin kilometre öteden gelen Amerika'nın en büyük derdinin ise 'Komünizm tehlikesini bertaraf etmek!' olduğu anlaşılıyor. Bunun için de Vietnam içinden işbirlikçi siyasi liderleri bulup çıkarmayı ihmal etmemiş. Sonunda işi bitince kapı önüne koyduğu, kırmızı hatlı telefonuna yanıt bile vermediği Devlet Başkanı Diem gibilerini! İnsan merak ediyor; ABD kendi halkına Vietnam işgalini 'milli güvenlik' politikaları gereği olarak mı sunmuştur Belki de dünyanın jandarması olarak, komünizm tehlikesine karşı milli sınırlarını aşıp, 'dünya güvenliği' gerekçesini dillendirmiştir. Ülkesinin silah sanayisini bu yolla ihya etmiş, seçmenini konsolide etmiştir.
ABD komünizm tehlikesine karşı silahlandırdığı faşist çetelerden başka, siyasal dinciliği de ülkede yükseltmiş midir Siyasal İslam benzeri bir 'Siyasal Budizm!' sözü insana tuhaf geliyor ama 1946 yılında Truman döneminden başlayarak, aynı bizim ülkemizde yapıldığı gibi komünizmin 'Allahsız' olduğu söylenerek savaşım bu yolla da sürdürülmüş. Devamında Başkan Nixon döneminde de Budizm komünizm tehlikesine karşı kullanılmış. Varlığı günümüze ulaşmış koskoca CIA binalarından örgütlenme sağlanmış. Karşılığında da Kızıl Khmer gerillaları Budist rahipleri cezalandırmış! Sonuçta Budizm'le sürdürülen iş birliği, Budizm'in bir cihan dini olarak yaygınlaşacağı söylemini içermediği için(!) tutmamış