Sanatçının bir yaşlı adam olarak portresi
"-Sen kimsin
- Ben Ölüm'üm.
- Benim için mi geldin
- Çok uzun süredir senin yanındaydım."
Yukarıdaki replik, 1957 yapımı Ingmar Bergman filmi Yedinci Mühür'den. Filmi başlarındaki Azrail-şövalye diyalogunun bir bölümü. Bu diyalogdan sonra satranç oynamaya başlarlar. Şövalye, şayet satrançta yenilecek olursa kaderine razıdır.
Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi seslerinden biri olan İbrahim Tatlıses de bir süredir -en azından, Kadirlili bir delinin silahından çıkan onca mermiyle yaralandığı 2011 saldırısından beri- Azrail ile satranç oynuyor. Elbette her insan evladı gibi nihayetinde kaybedeceği bir oyun bu. Ama işte Arabesk'in yaygın terminolojisiyle söylersek 'o meçhul yere' gitmeden önce oyuna doymak istiyor. Hakikaten nereye gittiğinden kendi de emin olamadığı için...
Tatlıses'in Azrail'le son satrancında, kalp kapakçığı ameliyatında taşlar yeterince avantajlı değildi, ama sanatçı ölüme yine çalım atmayı başardı. Ameliyatı yapan kardiyoloji uzmanı Prof. Dr. Mehmet Vefik Yazıcıoğlu; Sabah Günaydın'a oyunun zorluğunu şu cümlelerle anlattı:
"İki damar da tıkalıydı, karşımızda âdeta iki Azrail vardı."
TABİP BABANIN HEKİM OĞLU
Vefik Hoca, daha önce bu köşeye konuk olmuş liyakat sahibi bir hekim. Tıpkı babası Selahattin Yazıcıoğlu gibi... Selahattin Yazıcıoğlu, 1970'li yılların ilk yarısında Diyarbakır'da kelimenin medikal değil, mecazi anlamıyla hummalı bir çalışma yürüterek o güne dek bilinmeyen bir sağlık şifresini (asbestin kansere yol açtığını) çözmüştü.
Mehmet Vefik Yazıcıoğlu'nun çocukluğu ve ilk gençliği, işte böyle bir medikal atmosferde geçti. Vefik Hoca'nın kendi tıp hayatı da başarılarla dolu.
Yazıcıoğlu'nun adını son olarak İbrahim Tatlıses'in kalp kapakçığı operasyonu ile duyduk. Operasyon yaklaşık 2.5 saat sürmüş. Hoca'nın verdiği bilgiye göre kapalı yöntemle yapılıyor, bir tür anjiyo gibi...
Yazıcıoğlu, "Operasyonda pil ihtiyacı ihtimal dâhilindeydi, ancak pil ihtiyacı bile olmadı" dedi ameliyattan sonra. Ameliyatın ardından Tatlıses'in sağlık durumu beklenenden iyi imiş. Öyle ki, sanatçı uyandığında doktoruyla birlikte Mavi Mavi'yi söylemiş.
Sonra da odasında lahmacun yemiş. Daha doğrusu doktoru ile beraber yemiş.
Bu arada Vefik Bey de Diyarbakırlıdır, dolayısıyla lahmacundan anlar.
Ameliyattan çıkıp lahmacun yeme bizim topraklara özgü bir nüans. James Joyce'un Sanatçı'nın Genç Adam Olarak Portresi'nden mülhem sanatçınınses sanatçısının yaşlı adam olarak portresini yazarken Günaydın'da manşete çıkmış lahmacun ayrıntısı üzerinde durmazsak olmaz.
Olabilir; insan, ameliyattan sonra gözünü açar açmaz da lahmacun isteyebilir. Bizim oraların insanı lokmaya düşkündür. Ama lahmacun; bu tür durumlarda, yani Azrail'e son çalımın bir kutlama vesilesi haline gelince iyice sembolleşiyor.
Bu durumda insanın aklına ister istemez Arjantinli hikâyeci Jorge Luis Borges'in o meşhur "Cenneti bir çeşit kütüphane olarak hayal ettim" cümlesini "Cenneti bir çeşit lahmacun fırını olarak hayal ettim" şeklinde deforme etme muzırluğu geliyor.