Kıbrıs'ta 'Neo-Susurluk' tatbikatı

Tarih 6 Mart 1991... Kutlu Savaş'ın, 13 Ağustos 1997 tarihinde tamamladığı o dönem için 'efsanevi' Susurluk Raporu'nda 'Kokaini Türkiye'ye getiren adam' olarak geçen Ömer Lütfi Topal, Türkiye'deki ilk kumarhanesini Adana'da açtı. Kokaini Türkiye'ye ilk Topal'ın getirdiği; bir şehir efsanesi ise bile Kemal Sunal'ın, Tokatçı filminde 'Karbonat Erol'a söylediği "Bu; eniştemin eniştesi. Morfin'i bulan adam" cümlesinden daha ciddiye alınması gereken bir bilgi. Topal; ilk izinli kumarhaneyi açtığında, ben o kumarhanenin açıldığı beş yıldızlı otelin karşısındaki bir dershanede, yakın gelecekte gazeteci olarak üzerine çalışmaya başlayacağım dosyalardan bihaber üniversite sınavına hazırlanıyordum. Aradan çok değil, beş sene geçmeden; 'bitirimhane işletmecisi Fındıkzadeli Ömer (Malatyalıdır. Fındıkzade'de tombalacılık yaptığı için öyle deniliyordu) 'Kumarhaneler Kralı'na dönüştü ve mesleğe başladığımın ikinci yılında, 28 Ağustos 1996'da Sarıyer'de çapraz ateşle öldürüldü. Derken üç ay sonra, 3 Kasım 1996'da Susurluk kazası meydana geldi ve bu kazada ölen meşhur Abdullah Çatlı'nın, Topal'ı öldüren Kalaşnikof'un üzerindeki koli bandında parmak izi bulundu. İşin uzmanlarının verdiği bilgiye göre koli bandı; o dönemde Kalaşnikof şarjörünün değişimini kolaylaştıran bir yan malzeme olarak kullanılıyordu. Şimdi artık eskisi kadar kullanılmıyor. Misal bildiğim kadarıyla Kıbrıs'taki Falyalı suikastında kullanılmadı. Bugün sizi yakın tarihte bir gezintiye çıkaracağım. Hem devletin eski raporlarından, hem de kendi mesleki birikimlerinden yola çıkarak... Vesile ise Kıbrıs'ta işlenen Halil Falyalı cinayeti. Falyalı ile Topal'ın -ilki sanal olmak üzere- 'kumarhaneci' olmaları haricinde iki cinayetin metodolojisinde de 'ikiz suikast' nitelendirmesini yapabileceğimiz ölçüde benzerlikler söz konusu. Bu benzerlikleri SABAH'ın Ankara İstihbarat Şefi Halit Turan güzel bir haberde toparladı zaten. Görünen benzerliklerden ilki her iki suikastın da Kalaşnikof'la işlenmiş olması. Birkaç ekleme de ben yapayım: Falyalı'nın saldırı öncesinde gündelik alışkanlarını ve geçtiği güzergâhları tespit etmek için izlenmiş olması olayın Topal suikastını andıran yönlerinden biri. Yalnız Topal'ın koruması veya şoförü yoktu ve aracı da zırhlı değildi. Bu da farklılık nüansı. SANSÜRLÜ RAPORA GÖRE TOPAL CİNAYETİ Biz bu yazıda olaya tarihsel açıdan derinlemesine bakacağız. 1996 ile 2022 arasındaki benzerlik ve farklılıkları gözler önüne sermeye çalışacağız. Epey bir ayrıntıya gireceğiz. Malum, şeytan ayrıntıda gizlidir. Başlayalım: Topal suikastına o dönemde cesaret edebilecek ve bu tür işlerde 'uzmanlaşmış' tek güç merkezi, Abdullah Çatlı ve çevresinin, Emniyet ve onun bağlı olduğu siyasi iradeden aldığı destekle kurduğu yapılanmaydı. Cinayette tetiği çekenlerden biri, Abdullah Çatlı mıydı orası hâlâ meçhul. 'Nasılsa öldü' diye onunla bağlantılı grubun, Çatlı'nın Topal cinayetindeki rolünü büyütmüş olması da ihtimal dâhilinde. Fakat şunu biliyoruz: O tarihte Emniyet'teki grupla rekabet içindeki MİT ekibinin kıdemli isimlerinden biri (Bu kişiyle de yıllar sonra tanıştım. Para işlerine bulaşmamış ağırbaşlı, ketum biridir) önemli bir kaynağın, "Ömer Lütfi Topal'ı Emniyet grubu öldürdü" iddiasını kayda almıştı. Bu ayrıntının izini; aralarında sonradan tanıdığım müfettişlerin de bulunduğu ekibin hazırladığı o efsanevi dediğim Kutlu Savaş imzalı Susurluk Raporu'ndan (sayfalarının bir kısmı milli güvenlik gerekçesiyle sansürlüdür) satırlarla sürelim: "MİT İstanbul Bölge Başkanlığı'nın Topal cinayeti konusunda Emniyet'i niçin uyardığı ve niçin bir grup polisi suçladığı iddiasının cevabı ortaya çıkmamıştır. Keza Ömer Lütfü Topal'ın muhasebe ve gizli kayıtlarının bulunduğu bilgisayarların polisiye usul ve metotlarla aranması ve bulunması yine Emniyet Genel Müdürlüğü'nden istenmiştir." Bu raporu hazırlayan kurum olan Başbakanlık Teftiş Kurulu'na, o dönemde devlet kurumları epey zorluk çıkarmıştı. Söylediğim tarihlerde devlet kurumlarına yerleşmiş klikler arasında amansız bir rekabet, hatta savaş vardı. Bu yüzden kurumlardaki yapıların birbirlerinin işlediği suçları ifşa etmeleri ya da tam tersine birbirlerinin açıklarını yakalamaya çalışırken engellenmeleri şaşırtıcı değildi. AL CAPONE OLMASINA RAMAK KALMIŞTI! Susurluk Raporu'nun Topal'la ilgili can alıcı kısımlarından birinde çetelerin gruplaşmaları şu tasnifle anlatılıyor: "Birincisi, Ömer Lütfü Topal organizasyonunun uluslararası ölçekte ve değerde 'mafya'laşma süreci, ikincisi silahlı faaliyetlerin ve zor kullanmanın dışında kalan eğitimli ve saygın kişilerden oluşan kravatlılar grubu olarak tariflenebilecek gruplaşmalardır. Ömer Lütfü Topal, yüzlerce milyar liralık gelir elde etme imkânına kavuşarak belli bir dönemde devlete sızma ve rüşvet vererek iş yaptırma seviyesinden, kamu görevlilerine artık emir verme seviyesine yükselirken öldürülmüştür. Böylece Cumhuriyet tarihinin; polisten, jandarmadan, yargıdan korkmayan ilk Amerikan tipi mafyalaşma süreci yarım kalmıştır." Bu tespit önemli. Susurluk Raporu'nda Topal'ın konulduğu yer işte böyle bir yer. Biraz daha yaşasaydı Al Capone olacaktı demeye getiriliyor. Peki, Topal neden öldürüldü Bir iddiaya göre servetinden pay almak isteyen birileri, onu PKK'ya yardım eden işadamları listesine -gerçekte öyle olmadığı hâlde- dâhil etmişti. Ve listeden çıkması için ondan para isteniyordu. Topal ise günlük 3 milyon doları aşan net gelirine, zarar verdiği çok sayıda insan hesaba katılırsa hasım sahibi olmasına rağmen koruma bulundurmayan, adamları tarafından hiçbir şekilde korunmayan bir evde oturan, misal Falyalı gibi özel şoförü bile olmayan, karısının veya kendisinin kullandığı arabayla seyahat eden ve zırhlı araca da binmeyi reddeden biriydi. Böyle birinin PKK'ya yardım eden işadamları listesinden çıkmak için para vermeyi reddedeceği de tahmin edilebilir. Muhtemelen yeterince verdiğini düşünüyordu. Topal'ın öldürülmesiyle ilgili bir diğer iddia da olayda yine bir Kıbrıs boyutunun olduğunu gösteriyor. Buna göre cinayetin sebebi, Kıbrıs'ta açılacak gazinonun gelirinin paylaşımındaki anlaşmazlıkla ilgiliydi. Çatlı, Ali Fevzi Bir ve Sami Hoştan; Topal'ın sahibi olduğu Emperyal'in gayri resmi ortağı olmuşlardı, ancak Kıbrıs kumarhanesi için gerekli finansmanı sağlayamamışlardı. Topal da kendilerine hisse vermeyi reddedince bu ortaklar kendilerine bağlı polislerle saldırıyı gerçekleştirdiler. Ancak Kutlu Savaş'ın raporunda, taraflar cinayetten yarar sağlayamadığı için bu senaryo devre dışı bırakılmış. Falyalı cinayetine karışan Söylemezler çetesi de yine Susurluk sürecinde adını duyurmuş bir çete. Kutlu Savaş'ın raporunda Söylemezler çetesinin yakalandığı operasyon şöyle anlatılıyor: "Söylemezler çetesiyle ilgili gelişmeler daha ilgi çekicidir. Söylemezler ve M. Sena Söylemez, Bucak aşireti ileri gelenlerinden Osman Bucak'ı öldürmek amacıyla, beraberlerinde Siirt İl Jandarma Komutanlığı'nda görevli Üsteğmen Can Köksal ve tetikçi Fevzi Şahin olduğu halde, 11.06.1996'da Adana-Pozantı mevkiinde, İstanbul ve Adana Emniyet Müdürlükleri ekipleriyle girdikleri silahlı çatışma sonucunda yakalanmışlardır. Söylemezlerle ilgili tahkikat genişletilirken aralarında 3'ü Emniyet 7'si TSK mensubu 20 kişi daha yakalanmıştır. Neticede Söylemez Kardeşler'in büyük bir organize suç şebekesi oluşturdukları, şebeke içinde istihbarat, silah ve korunma sağlamak için bazı Emniyet ve TSK mensuplarını maddi menfaat karşılığı istihdam ettikleri belirlenmiş, muhtelif davalar birleştirilerek İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne intikal ettirilmiştir." Vahim cümleler değil mi 1990'lar böyleydi işte. Devam edelim: Topal öldürülmeden önce, Emperyal adlı şirketinin Kıbrıs'taki kumarhanesini büyütmüş ve 'müstakbel talebi' karşılamak için yatırım yapmıştı. Demek ki kendine güveniyordu. Hatta öldürülmeyeceğinden emindi. SUİKASTTAN SONRA EL DEĞİŞTİREN PARA ÖNEMLİ Falyalı cinayeti, Nesim Malki suikastını da andırıyor belirli açılardan. Malki, 15 Haziran 1994 günü ayağından vurulmuş -ancak bu uyarıyı dikkate almamış olacak ki- 28 Kasım 1995 tarihinde Bursa'da bir ışıklı kavşakta çapraz ateşle öldürülmüştü. Cinayetin azmettiricisi Erol Evcil ve tetikçi olduğu belirtilen kişiler yıllarca hapis yattı. Ancak Malki'nin ölümünden sonra ne kadar servetin el değiştirdiği bir türlü aydınlatılamadı. Susurluk denilince akla Kutlu Adalı cinayeti haricinde de pek çok kez Kıbrıs gelir. O dönemde bu işlere bulaşanlar ya Kıbrıs'ta