Siyasetin kuyruğunda gazetecilik: Aynaya bakın aynaya!

Halk TV'de Mehmet Tezkan medya eleştirisi yaparken şöyle yazdı: "İktidarı fikren destekleyen, iktidarın hoşuna giden yazılar kaleme alan, iktidarın çıkarını kollayan medya dönemi bile geride kaldı. Bir adım ötesine geçtik. Medyanın kahir ekseriyeti kendini iktidarın parçası sayıyor, iktidar gibi davranıyor, iktidarla aynı refleksi gösteriyor. Bu sebeple bizdeki sorun çok büyük. Tabii ki bazı gazeteler ve televizyonlar iktidarı destekleyebilir, iktidardaki siyasetçilerle fikirdaş olabilir. Bu gayet normal. Ancak otokratik rejimlerde sadece iktidarın emrinde olan bir medya vardır. En küçük eleştiriye yer yoktur. Ülkeyi yönetenlerle gazeteciler (!) arasında, tabiri caizse, emir-komuta ilişkisi kurulur."

Tezkan ile aynı fikir dünyasında değiliz. Ancak bu, kendisine bazı hususlarda katılmayacağım anlamına gelmez. Bazı meslektaşlarımızın gazetecilikten çok uzaklaştığı ve parti refleksi gösterdiği eleştirisine katılıyorum. Ancak bunu sadece bugünün ve bir kesimin meselesiymiş gibi dillendirmek büyük hata olur. Bugün iktidara yakın medya AK Parti'ye toz kondurmuyor, doğru. Peki, siz ne yapıyorsunuz

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, geçtiğimiz hafta mitinginde bazı medya gruplarını tek tek zikrederek "izlemeyin" diye boykot çağrısı yaptı. Tezkan'ın kalem oynattığı Halk TV ve Sözcü'yü ise alkışlattı. Elbette bunu, sahibinin kara kaşı kara gözü için değil, destek gördüğü için yaptı. Halk TV'nin firari patronunun, eski genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu'nun en yakın adamlarını satın almak suretiyle CHP'yi nasıl dizayn ettiği, partililer tarafından itiraf edildi. İstanbul Büyükşehir Belediyesine yönelik yolsuzluk operasyonunda itirafçı sayısı 39'a yükseldi. Korkunç şeyler anlattılar. Halk TV ve Sözcü bunların hangisini yazdı, yazabildi

Soruşturmada elde edilen delilleri, şüphelilerin itiraflarını ve örgütün mağdur ettiği iş adamlarının "baskı gördük, haraca bağlandık" ifadelerini görmezden gelmek, yok saymak ya da sulandırmak hangi gazetecilik refleksinin ürünü olabilir CHP'lilerle medyasının MASAK raporlarına yansıyan kirli para ilişkilerini hangi mesleki saikle izah edebilirsiniz

Müzmin muhalif Can Ataklı'nın, sırf İmamoğlu'nu eleştirdi diye anasından emdiği sütü burnundan getirmediler mi Adam "CHP Genel Merkezinden aranıp 'atın bu adamı' dediler. Bana bunların yaptığını ne AKP yaptı ne başka parti yaptı" demedi mi Kendi anketçileri "CHP'lilerden linç yedim, sopa gösterildi, tehdit aldım. Bunca yıldır ne Erdoğan'dan ne AK Parti'den böyle bir şey gördüm" diye dert yanmadı mı

Maziyi biraz karıştırsak, altından hiç kalkamazsınız. Az buçuk basın tarihini okuyanlar, bunların mesleğe ne utançlar yaşattıklarını, kendi gibi düşünmeyenleri nasıl yok saydıklarını, sindirdiklerini bilir. Sadece 28 Şubat döneminde askere topuk selamı veren "emre amade" gazeteciler bile başkasına laf yetiştirmeye gerek bırakmaz.

Nitekim Yıldıray Oğur, CHP'li gazeteci Altan Öymen'i anlattığı yazısında yerinde bir tespitte bulundu ve şunları yazdı: "CHP ile gazeteciliğin iç içe geçtiği, çizgilerin birbirine karıştığı, mesafenin aranmadığı bir kesişim noktasındaydı. Aslında tam da bu, bir geleneğin devamıydı. Gazetecilerin zaten CHP'li olması sıradan ve normal bir durumdu. Başkası mümkün değildi. O yüzden siyasetten gazeteciliğe, gazetecilikten siyasete geçişleri yadırganmadı. Aslında hepsinde siyaset yapılıyordu. Gazeteciler zaten siyasi aktörlerdi. İşte tam bu nokta, çok kritik bir geleneğe işaret ediyor. Türkiye'de aslında gazetecilik, siyasetin devamı ve parçası olageldi. Bu yüzden bağımsız bir gazetecilik ekolü oluşmadı ya da oluşamadı. Köşe yazarları zaten milletvekilleri kadar güçlü siyasi aktörlerdi. Gazetecilerin ideolojik öncelikleri her zaman mesleki ilkelerine ağır bastı. CHP'li gazeteci profili, AK Partili gazeteci profilinin atasıydı. Ancak CHP'li gazeteciliğin daha uzun bir tarihi, birikimi ve insan sermayesi olduğu için bu o kadar göze batmadı. Orada belli standartlar yakalandı. Ya da CHP'li gazeteci zaten işin doğası gibi görüldüğü için o kadar göze batmadı, hatta şimdilerde bile batmıyor."