2026 ve SKDM başlangıcı

Yeni yıl, sadece tarihte bir numara artışı değildir.

2026 1 Ocak itibarı ile Avrupa Birliği, SKDM / CBAM (Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması / Carbon Border Adjustment Mechanism) uygulamasına başlıyor.

Bu, Türkiye'nin dış ticareti ve ihracat stratejisi açısından çok kritik bir düzenleme.

Aslında uygulama, aşamalı bir geçiş süreci üzerinden 2023'te başlamıştı.

2023–2025 Geçiş Dönemi olarak adlandırıldı. Bu dönem boyunca yalnızca raporlama yükümlülüğü vardı; AB'ye ihraç edilen ürünlerin üretim süreçlerindeki sera gazı (karbon) emisyonları üçer aylık dönemlerde raporlanmak zorundaydı. Bu sürecin getirdiği bir mali yükümlülük yoktu.

1 Ocak 2026'dan itibaren oluşan resmi süreç şöyle: – SKDM artık "mali yükümlülüklerin başladığı" kesin rejime geçiyor. – AB'ye ithal edilen gömülü karbonu yüksek ürünler (başlangıçta çimento, demir-çelik, alüminyum, gübre, elektrik ve hidrojen gibi karbon yoğun sektörler) için AB ithalatçıları, üretimden kaynaklanan emisyonlara denk düşen CBAM sertifikası satın almak ve teslim etmek zorunda olacak. – Bu sertifikalarla, söz konusu ürünlerin AB içindeki karbon maliyetine denk bir bedel ödenmesi amaçlanıyor. –2026 yılına ilişkin emisyon beyanları 2027'ye kadar sunulacak, CBAM sertifikaları esas dönemde teslim edilecek.

Bu kurallar AB'nin ETS (Emisyon Ticaret Sistemi) ile uyum içinde yürütülüyor ve böylece karbon kaçağı riski azaltılmak isteniyor.

Bu bilgiler ışığında Türkiye'nin nasıl etkileneceğine bakalım.

SKDM VE TÜRKİYE'NİN AB İHRACATI

SKDM'nin Türkiye'ye etkileri hem ticari hem yapısal boyutlarda hissedilecek. Türkiye'nin çimento, demir-çelik, alüminyum gibi karbon yoğun sektörlerde önemli ihracatı olduğundan bu ürünlerde maliyet artışları gündeme gelebilir. Henüz kesinleşmemekle beraber ton başına 70-100 Euro aralığı öngörülüyor. Türkiye'nin bu ürünlerde karbon emisyonu düşük üretim süreçlerine geçmemesi durumunda, AB'ye ihracatta rekabet gücü zayıflayabilir. Firmalar, geçiş döneminde raporlamaya alıştı. 2026'da mali yükümlülük ile birlikte, sertifika süreçlerini, emisyon veri toplama ve doğrulamasını profesyonel bir şekilde yürütmek zorundalar. SKDM'ye uyum için karbon fiyatlandırma sistemleri (örneğin Türkiye ETS pilot uygulaması) ve emisyon ölçüm altyapısı kritik öneme sahip olacak. AB'nin SKDM kapsamını genişletme eğilimi söz konusu olduğunda, daha fazla sayıda Türk ihracatçısı doğrudan bu mekanizmanın maliyet ve raporlamalarına tabi olabilir. AB ile ticarette, yüksek karbon emisyonlu ürünler yerine düşük karbonlu veya değer zincirinin daha yeşil ürünleri hedefleyen ihracat stratejileri öncelik kazanacak. Negatif etkileri azaltmanın yollarından biri Türkiye'nin kendi karbon fiyatlandırma sistemlerini (ETS vb.) AB ile uyumlu hale getirerek SKDM'nin mali yükünü düşürmek ya da ortadan kaldırmak olacaktır. 2024 ve 2025 verileri bu ticaretin değerini ortaya koyuyor. 2024'te Türkiye'nin toplam ihracatı yaklaşık 261–262 milyar ABD doları civarında gerçekleşti. 2025 ön verilerine göre toplam ihracat yaklaşık 390 milyar dolara doğru yükseldi. AB ülkeleri, yüzde 41,8 ile Türkiye'nin ihracatında en büyük pazar payına sahip. Bunun nominal değeri, yaklaşık 108–115 milyar dolar. Türkiye ihracatında otomotiv (motorlu taşıtlar), makine ve mekanik ürünler, mineral yakıtlar, kimya ve tekstil gibi sektörler öne çıkıyor. SKDM, kısa vadede veri ve raporlama altyapısına odaklı maliyetler oluşturacak.

Orta vadede ise, emisyonu yüksek sektörlerde (Çimento ve demir-çelik gibi sektörlerde) yüzde2-3 azalma olabilir.

Uzun vadede ise, Türkiye'nin kendi ETS ve karbon fiyat mekanizmalarını devreye alması, karbon maliyetlerini iç piyasaya yansıtması ve üretimde düşük karbonlu teknolojilere yatırım yapması SKDM'nin etkilerini olumluya çevirebilir. Düşük karbonlu üretime dönüşüm planlarını hızlandırmak işte bu nedenle ayrı bir önem arz ediyor. Bunun temel unsurlarından biri de temiz enerji kullanımıdır.

Akılcı, planlı stratejilerle enerjide yeşil dönüşüm, çok yönlü kazanımın anahtarıdır.

***

ENERJİDE YEŞİL DÖNÜŞÜM

Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, (EPDK) 2001'de kurulduğunda, Türkiye'nin toplam elektrik üretim yaklaşık 30 GW seviyelerindeydi. Sadece birkaç MW hacimli rüzgar santrali, 'deneysel' nitelikle envantere girmişti. Oysa bugün, yaklaşık 25 yılda, sadece rüzgar ve güneş santralleri, 30 GW kurulu güç eşiğini aşmış durumda. 2035'e dek bunu dört katına (120 GW) çıkarma taahhüdünü de COP29 Bakü'de imzaladık. Bütün dünyada olduğu gibi bizim de iştahımız gayet yüksek, bizim de handikaplarımız var. Şebeke yetersizliği dünyanın ortak sorunu. Maliyet aşılabilse de kurulum gerçekleşmeyebiliyor. Oysa, muazzam bir elektrifikasyon dönemi başladı. Yapay zeka (veri merkezleri), klimalar ve elektrikli araçlar önceliğinde ihtiyaç katlanarak büyüyor. Trump'ın ABD ekonomisini canlandırma hedefiyle petrol ve doğal gaz rezervlerini hareketlendirmesi, fiyat düşüşü, arz bolluğu gibi gerekçeler enerji sektöründe yenilenebilir yatırımlarını durdurmuyor.

İvme zaman zaman düşüyor ancak karbon sıfır hedefi, iklim krizinin çok yönlü maliyeti, fosil yakıtlardan çıkış kararını güçlü tutuyor. Temiz enerjinin katma değerli ürünü yeşil hidrojen de bu çalkantılı süreçte kendine yol arıyor. Türkiye'nin rüzgar ve güneş potansiyeli, su varlığı ve coğrafi zenginliği ile müthiş bir potansiyel sunuyor. Almanya öncülüğündeki AB ülkeleri ile iş birliği çalışmaları güçleniyor. AB'den ayrılan Birleşik Krallık, hidrojende yeni bir müttefik olarak Türkiye'ye yaklaşıyor. Tam bu süreçte COP31'in Antalya'da yapılacağı kararı, büyük bir fırsat sunuyor.