Şara'nın 10 Kasım 2025'te Donald Trump tarafından resmi ağırlanması 1946'dan bu yana bir Suriye liderinin Washington'da kabul edildiği ilk örnek olarak hem sembolik hem stratejik anlamlar barındırıyor. Yıllar önce "terör listesi"ne alınan bir isim, Beyaz Saray'ın koridorlarında misafir ediliyor.
Suriye'de sahneye çıkan bu yeni tabloyu okurken, Türkiye'nin ısrarcı tavrını unutmamak gerekiyor. Ankara, yıllardır süren yaptırımların kaldırılmasını savundu; bölgesel istikrarın ön koşulu olarak gördü. Trump'ın "yaptırımları kaldıracağız" çıkışı, aslında Türkiye'nin bu konuda ne kadar belirleyici bir rol oynadığını gösteriyor. Diplomasi bazen sessiz ama derin izler bırakır.
Bugün gelinen noktada yerle bir olmuş bir Suriye'den söz ediyoruz. 300 milyar doların üzerinde yeniden yapılanma ihtiyacı olan bir ülke... Altyapısı çökmüş, halkı dağılmış, ekonomisi nefes alamaz halde. Amerika'nın bu süreçte yeniden finansman masasına dönmesi, yalnızca Suriye'yi değil, Türkiye'nin güney hattını da doğrudan etkileyecek. Çünkü Suriye'deki her adım, Hatay'dan Mardin'e kadar güvenlik dengesini yeniden şekillendiriyor.
Bu denklemde Türkiye, yalnızca komşu ülke değil; aynı zamanda güvenlik, enerji ve göç yönetimi bakımından kilit ülke. Çünkü Suriye'nin istikrarsızlığı doğrudan Türkiye'nin güney hattına yansıyor. Dolayısıyla Ankara'nın bu yeni süreçte söz sahibi olması sadece hakkı değil, bölgesel zorunluluk.
Fakat bu yeni açılımın ardında daha büyük bir denklem var: Abraham Anlaşmaları. Kazakistan'ın da son olarak taraf olduğu bu süreç, Washington'un bölgeyi yeniden dizayn etme çabasının parçası. İsrail-Arap normalleşmesiyle başlayan bu dalga, şimdi Suriye üzerinden "kontrollü bir istikrar" hedefliyor. Ancak burada Türkiye faktörünü dışarıda bırakmak mümkün değil. Suriye meselesi hem Ankara'nın iç güvenliği hem de dış politik vizyonu için stratejik bir mihenk taşı olmaya devam ediyor.
Türkiye, yıllardır dış politika ve ulusal güvenlik zemininde, özellikle yinelemiş olduğu şu temel önceliği ısrarla vurguluyor: Kuzey Suriye'deki YPG, Türkiye açısından yalnızca bir işbirlikçi güç değil, doğrudan ulusal güvenliğe karşı tehdit olarak algılanıyor. Bu bağlamda Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın "Biz bu mücadelede sizden daha fazla hassasiyet taşıyoruz" biçimindeki açıklaması oldukça anlamlı.
Washington görüşmesinde ise Fidan, Türkiye'nin bu hassasiyetlerini gündeme taşımış ve özellikle YPG/SDG hattındaki gelişmelerin Ankara için ne kadar kritik olduğunu açıkça ortaya koymuştur. Fidan'ın ifadesiyle: Kuzeyde, doğuda ve güneyde sorun doğru yönetilmezse bölgesel bütünlüğü ve ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit eder.

3