Ekonomide en çok tartışmamız gereken meselelerden biri, kuşkusuz vergi yapısının adaleti. Vergi sistemi yalnızca devletin gelir toplama mekanizması değil, aynı zamanda toplumsal adaletin en temel göstergelerinden biri. Türkiye'de uzun süredir tartışılan bu alan, ne yazık ki yapısal bir dönüşümle ele alınamadığı için gelir dağılımındaki eşitsizliği derinleştiren bir unsur haline geldi.
Uluslararası Vergi Vakfı'nın (Tax Foundation) yayımladığı Uluslararası Vergi Rekabetçiliği Endeksi, bu aynayı küresel ölçekte önümüze koyuyor. Endekste Estonya, 11. kez üst üste dünyanın en rekabetçi vergi sistemine sahip ülke olarak zirvede yer aldı. Estonya'nın başarısının ardında, sade ama etkili bir mimari yatıyor. Bu sadeleşmiş yapı, yatırımcı için öngörülebilirlik, devlet için sürdürülebilir gelir, toplum içinse adalet anlamına geliyor. Estonya'nın dijital ekonomide liderlik kazanması da tesadüf değil; vergi sisteminin dijitalleşme, şeffaflık ve tarafsızlık ilkeleriyle uyumlu hale getirilmesi ülkeyi Avrupa'nın yenilikçi merkezlerinden biri yaptı.
Resmî verilere göre dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı yüzde 63'tür. Bu oran, Türkiye'de toplanan her 100 liralık verginin 63 lirasının tüketim üzerinden alındığını gösteriyor. Oysa bu oran OECD ülkelerinde ortalama yüzde 33, Avrupa Birliği'nde ise yüzde 29 düzeyindedir. Almanya'da dolaylı vergilerin payı yüzde 28, Fransa'da yüzde 26, İsveç'te yüzde 27 civarındadır. Türkiye'nin bu ülkelerle kıyaslandığında iki katına yakın bir orana sahip olması, ekonomik yapının ne kadar tüketime dayalı hale geldiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Bu tablo, gelir düzeyi fark etmeksizin herkesin aynı oranda vergi ödediği bir sistemi işaret ediyor. Yani bir asgari ücretli ile yüksek gelirli bir birey aynı ürünü satın aldığında aynı oranla KDV ve ÖTV ödemektedir. Dolaylı vergiler bu yönüyle adalet duygusunu zedelemekte, düşük gelirli kesimlerin omzuna orantısız bir yük bindiriyor. Maaşlı çalışanlar açısından durum daha da ağır. Ortalama bir çalışan, yılda kazandığı on iki maaşın yaklaşık üç maaşını vergi olarak devlete veriyor. Bu yalnızca gelir vergisiyle sınırlı değil; elektrik, doğalgaz, yakıt, iletişim, gıda ve barınma gibi temel ihtiyaçların her birinde dolaylı vergi ödeniyor.
Vergi sisteminin bu biçimde tüketime dayalı hale gelmesi, gelir adaletsizliğini büyütüyor ve orta sınıfın ekonomik gücünü zayıflatıyor. Gelir vergisinin ağırlıklı olarak bordrolu çalışanlardan kesilmesi, serbest meslek gelirlerinde ise kayıt dışılığın yüksek olması, yükün büyük bölümünün sabit gelirli kesimlere kalmasına neden oluyor. Bu durum, uzun vadede hem iç talebi baskılamakta hem de sosyal adalet duygusunu zedeliyor.
Gelişmiş ülkelerde bu sorun uzun süredir doğrudan vergilere ağırlık verilerek dengelenmiştir. Almanya'da doğrudan vergilerin toplam vergi gelirlerindeki payı yüzde 58, Fransa'da yüzde 62, İsveç'te yüzde 60 civarında. Bu ülkelerde vergi sistemi kazanç düzeyine göre kademelidir; yüksek gelirli birey daha fazla, düşük gelirli ise daha az vergi öder. Böylece hem gelir adaleti sağlanır hem de toplumsal refah korunur. Türkiye'de ise bu oranların tam tersi bir tablo söz konusu.