Rusya-Ukrayna savaşı, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırıları ve geçtiğimiz günlerde İsrail ile Lübnan arasında varılan ateşkesin ardından, Suriye'de hali hazırda kırılgan olan savaş yeniden alevlenmiş durumda.
Esed rejimi, 2011'den bu yana Suriye iç savaşında işlediği insan hakları ihlalleri ve savaş suçlarıyla yalnızca uluslararası hukuku değil, insanlığın vicdanını da hiçe saymıştır. Varil bombaları, kimyasal silahlar ve keyfi tutuklamalar gibi yöntemlerle binlerce masum insanın ölümüne ve milyonlarca insanın yerinden edilmesine neden olmuştur. Kimyasal silah kullanımı ise rejimin suçlarının en korkunç boyutuydu. 2013'te Guta ve 2017'de Han Şeyhun'da düzenlenen sarin gazı saldırıları, uluslararası toplumun vicdanını yaralamış, ancak güçlü bir karşılık verilmemiştir. ABD ve Rusya'nın kimyasal silah stoklarının imhası için yaptıkları anlaşmalar, sahada hiçbir caydırıcılık yaratmamıştır. Rejim, bu pasif tepkilerden cesaret alarak korkunç suçlarını sürdürmüştü.
Astana ve Soçi Süreci
2017'de Türkiye, Rusya ve İran'ın öncülüğünde başlatılan Astana süreci, çatışmaların durdurulmasını ve insani yardımın kolaylaştırılmasını hedefliyordu. Astana'dan bir yıl sonra sahne Soçi'ye taşındı. Rusya'nın liderliğinde düzenlenen Soçi süreci, yeni bir Suriye anayasası oluşturmayı amaçlayan daha iddialı bir girişimdi. 2018'de düzenlenen Suriye Ulusal Diyalog Kongresi, anayasa komitesinin kurulmasıyla sonuçlandı. Bu komite, rejim, muhalefet ve sivil toplum temsilcilerini bir araya getirmeyi hedefliyordu. Çatışmasızlık bölgelerinin ilan edilmesi, diplomasi adına önemli bir adım olarak görüldü. Ancak sahadaki gerçeklik, bu bölgelerin rejim saldırılarına karşı korunamadığını gösterdi. İdlib, Doğu Guta ve Humus gibi bölgelerde ilan edilen çatışmasızlık kararları, çoğunlukla geçici ateşkeslerden ibaret kaldı ve rejim aralıksız İdlib'e saldırılarını sürdürmüştü.
Türkiye, bu süreçte garantör rolüyle insani yardım ve mülteci sorununun çözümüne yönelik çaba sarf etti. Ancak rejim ve müttefiklerinin ihlalleri, Türkiye'nin bu girişimlerini zora soktu. Astana masasında tarafları bir araya getirmek önemli bir başarıydı, ancak masadaki bu birliktelik, kalıcı bir uzlaşmaya dönüşmedi. Türkiye'nin Soçi'ye katılımı ise, özellikle İdlib'deki göç dalgalarını önleme ve güvenlik endişelerini gidermeye yönelikti. Ancak rejim ve müttefiklerinin saldırıları, bu hedeflere büyük ölçüde zarar verdi.
Halep ve Hama Saldırısı
HTŞ ve Özgür Suriye Ordusu'na yönelik İdlib bölgesinde rejim ve Rus hava kuvvetleri saldırıları devam ediyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın İranlı mevkidaşı ile yaptığı görüşmede ifade ettiği gibi, bu saldırılara karşı birçok kez uyarıda bulunulmasına rağmen somut bir adım atılmadı. Rejim ve Rusya tarafından bu saldırıların, muhaliflerin olası bir saldırısına karşı önlem olarak düzenlendiği iddiaları da gündemde. Ancak bu saldırılar sonucunda yüzlerce sivil hayatını kaybetti veya yaralandı.
HTŞ öncülüğünde faaliyet gösteren Fethu'l Mubin Operasyon Odası bünyesindeki muhalif gruplar, 27 Kasım'da "Saldırganlığı Caydırma" operasyonunu ilan ederek Halep'in batısında hızlı bir ilerleme kaydetti. Bu ilerleme, sadece 3 gün içinde Halep'in kontrol altına alınmasıyla sonuçlandı. Bu operasyon sırasında rejim güçlerinin ciddi bir mukavemet göstermediği ve Esed rejiminin istihbarat zafiyeti yaşadığı açıkça görüldü. Bu gelişme, uluslararası kamuoyunun dikkatini çekerken, Türk kamuoyunun da birinci önceliği haline geldi.
Halep'teki bu hızlı ilerlemenin ardından, muhalif gruplar Tel Rıfat'a bir operasyon başlattı. Aynı zamanda Hama'nın kuzeyinde de ciddi bir ilerleme kaydedildi. Ancak Halep'ten farklı olarak, Hama'da rejim güçlerinin daha fazla direnç gösterdiği ve önemli miktarda askeri yığınak yaptığı gözlendi. Bölgede İran destekli milis güçlerin de varlık gösterdiği farklı kaynaklar tarafından doğrulandı.