İngiltere, Kanada, Avustralya ve Portekiz'in geçtiğimiz günlerde aldığı karar, Filistin devletini tanıyan ülkelerin sayısını 150'nin üzerine çıkardı. Gazze'de yaşanan büyük insani felakete bir tepki olarak da okunabilecek bu adım, aynı zamanda iki devletli çözüm vizyonunu yeniden canlandırma girişimidir.
Gazze'de iki yıla yaklaşan saldırılar artık yalnızca bir "operasyon" değil, 21. yüzyılın ortasında bütün dünyanın gözü önünde işlenen bir soykırımdır. Yıkılan şehirler, açlıktan ölen çocuklar, milyonların sürgün edilmesi... Ve bütün bunların arkasında sadece İsrail'in kibri değil, Amerika Birleşik Devletleri'nin yarım asrı aşan körlüğü vardır.
Bugün Batı'da peş peşe gelen tanıma kararları (İngiltere, Kanada, Avustralya, Portekiz ve Fransa) bir gerçeği haykırıyor: İsrail artık yalnızdır. Yıllarca "Batı'nın şımarık çocuğu" gibi her suçu örtülen, her hukuksuzluğu görmezden gelinen Tel Aviv hükümeti, bugün kendi elleriyle kurduğu duvarların arkasında sıkışmış durumda.
Unutmayalım, bu krizin kökleri dün başlamadı. 1917'deki Balfour Deklarasyonu, İngiltere'nin kaleminden çıkmış bir tarihsel cinayetti. Filistin halkının iradesi hiçe sayıldı, toprakları masa başında paylaşıldı. 1947'deki BM Taksim Planı, adalet değil, yeni bir felaketin reçetesiydi. 1948'deki Nakba'da yüzbinlerce Filistinli yurtlarından sürüldü. 1967'deki Altı Gün Savaşı ise işgali kalıcı hale getirdi. Bugün Gazze'de yaşananlar bu zincirin son halkasıdır.
Uluslararası hukuk ne diyor BM Şartı halkların kendi kaderini tayin hakkını garanti altına alıyor. Cenevre Sözleşmeleri, sivillerin zorla yerinden edilmesini ve aç bırakılmasını "savaş suçu" sayıyor. BM Güvenlik Konseyi'nin 242 sayılı kararı, İsrail'i işgal ettiği topraklardan çekilmeye zorluyor. Uluslararası Adalet Divanı, Batı Şeria'daki yerleşimlerin hukuksuzluğunu ilan ediyor. Peki sonuç Hiçbirine uyan yok. Çünkü arkasında her defasında ABD'nin utanmaz vetosu duruyor.
Türkiye ise yıllardır Filistin meselesinde uluslararası hukuka dayalı bir çözümü savunmuştur. Ankara'nın "1967 sınırları temelinde bağımsız bir Filistin devleti" vurgusu, bugün Batı'da da karşılık bulmaktadır. Dolayısıyla bu gelişme, Türkiye'nin uzun süredir dile getirdiği tezlerin doğruluğunu teyit etmektedir.
Washington yıllardır kendisini "arabulucu" diye pazarlıyor. Oysa yaptığı tek şey İsrail'in suçlarını örtmek. Oslo sürecinde yerleşimlere göz yuman da BM'de yüzlerce kararı engelleyen de Trump döneminde Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan edip Golan Tepeleri'ni hediye eden de yine Amerika. Bugün İsrail'in pervasızlığı sadece kendi suçunun değil, ABD'nin tarihsel günahlarının sonucudur.
İsrail'in Batı'daki son destek kırıntıları da hızla eriyor. Artık yalnızca İslam ülkeleri değil, Avrupa'nın merkezindeki devletler de "Filistin vardır" diyor. Bu sadece sembolik bir jest değil; İsrail için diplomatik bir yıkım, ahlaki bir iflas belgesidir. Kendi diplomatları bile itiraf ediyor: Fransa ve İngiltere gibi BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyelerinin tanıma kararları İsrail kamuoyunda bir şok dalgası yaratacak. Çünkü ilk kez "en yakın dostlar" gerçeği yüzlerine haykırıyor: