ABD seçim sonuçlarının dünyaya etkisi

Dünyanın merakla takip ettiği ABD başkanlık seçimleri, bu sabah saatlerinde sonuçlandı. Donald Trump, Amerikan halkının desteğini alarak ipi göğüsledi ve ABD'nin yeni başkanı olarak seçildi.

Trump'ın 2024'teki başarısı, 2016'daki beklenmedik zaferinden farklı bir bağlamda gerçekleşti. 2016 seçimlerinde Trump, geleneksel politikacıların ve anketlerin beklentilerini altüst ederek zafer kazanmış ve birçok kişiyi şaşırtmıştı. O dönemde Trump'ın liderlik tarzı ve politikalarının nasıl şekilleneceği konusunda büyük bir belirsizlik vardı. Öngörülemezliği ve siyasi deneyimsizliği hem ABD içinde hem de uluslararası düzeyde gözlemcilerde bir şok etkisi yaratmıştı. Trump'ın değişken tarzı ve tutarsız düşünceleri bugün bile bazı soruları yanıtsız bıraksa da, dört yıllık liderliği ve sonrasında yürüttüğü üçüncü kampanya, ikinci döneminde neler yapabileceğine dair bazı öngörülerde bulunmamıza olanak tanıyor. Bilinmeyen ise dünyanın bu değişikliklere nasıl tepki vereceği ve sonuçların ne olacağı.

Trump'ın ilk başkanlık döneminde milli güvenlik politikalarını şekillendiren atamalar, üç ana grupta toplanabilir. Birinci ve en geniş grup, normal bir Cumhuriyetçi yönetimde de pozisyon alabilecek, gerçek uzmanlardan oluşuyordu. Bu kişiler, kaos ortamında dahi başkanın gündemini mümkün olan en iyi şekilde uygulamaya çalıştı. Örneğin, eski Başkan Barack Obama'nın "Asya'ya yönelme" politikasını somut stratejik ortaklıklarla hayata geçirme çabaları, Trump'ın gözünden kaçmış ve Biden yönetiminde de benzer bir çizgide devam etmişti.

İkinci grup ise ulusal güvenlik politikaları konusunda sabit fikirlere sahip, kıdemli yetkililerden oluşuyordu. Bu isimler, alternatif politikaların zayıflık göstereceğini vurgulayarak Trump'ı kendi belirledikleri yöne çekmeye çalıştı. Trump'ın ikinci ve üçüncü ulusal güvenlik danışmanları olan H.R. McMaster ve John Bolton, Afganistan'daki ABD asker sayısını artırma veya İran nükleer anlaşmasından çekilme gibi hedeflerle Trump'a etki etti. Ancak Trump, sonunda her zaman bu tür kontrol mekanizmalarından kurtulmanın bir yolunu buldu. Öyle ki, Biden'ın 2021'de göreve başladığı döneme kadar görevde kalan üst düzey yetkililer bile özel olarak Trump'ın dikkatsiz ve ulusal güvenlik konularında yetersiz olduğunu ifade etmişlerdi.

Üçüncü grup ise küçük ama etkili bir şekilde Trump'ın "MAGA" hareketini destekleyenler ve kaos yaratıcılarından oluşuyordu. Bu kişiler, Trump'ın isteklerini sonuçları hakkında bilgi vermeden yerine getirmeyi amaçlıyordu. İlk döneminin son günlerinde Afganistan'dan hızlı bir çekilme ve NATO taahhütlerinden geri adım atma gibi riskli kararlar, kıdemli liderler ayrıldıktan sonra kalan genç personel tarafından uygulamaya konmuştu.

Trump'ın ikinci başkanlık döneminde Ukrayna'nın Rusya'ya toprak tavizleri vermesini sağlama amacı taşıyan sinyaller vermesi, Putin'in işgalle ele geçirdiği bölgeleri kalıcı hale getirme arzusunu destekleyebilir. Bu vaat, Trump'ın diğer iddialı kampanya söylemlerinin aksine uygulanabilir görünüyor; çünkü Trump, Ukrayna konusunda daha uzlaşmacı ve Putin'e yakın bir çizgide duran danışmanlar tarafından etkilenmekte. ABD başkanının bu tür uluslararası anlaşmalar üzerinde geniş yetkisi bulunması, Trump'ın Ukrayna'ya yönelik planlarını hayata geçirebileceğine işaret ediyor.

Trump'ın bu politikası, tarihteki bazı örneklerle benzerlik gösteriyor. Örneğin, 1938'de İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain'ın Nazi Almanyası ile yaptığı Münih Anlaşması kapsamında Çekoslovakya'nın Sudetenland bölgesini Almanya'ya bırakması, kısa vadede barış sağlamayı hedefleyen ancak uzun vadede Hitler'in işgalci politikalarını teşvik eden bir yatıştırma politikasıydı. Benzer şekilde, Trump'ın Ukrayna'ya yönelik toprak tavizleri, Rusya'nın jeopolitik hırslarını besleyebilir ve Batı ittifakında caydırıcı güç eksikliğine yol açabilir.