Güler yüzlü olmak!

Değerli okuyucularımız, yazılarımızda genelde nezaket ve İstanbul nezaketi üzerinde duruyoruz. Hatıralarımızda da bunu sizlere aktarmaya çalışıyoruz. Ama yaptıklarım, anlattıklarım hepsi benim nezaketsizliklerim. Şimdi diyeceksiniz ki, Fahri Sarrafoğlu İstanbul'u anlatıyorsun, İstanbul'un güzelliklerini anlatıyorsun, bize İstanbul'un nezaketini söylüyorsun ama kendin yaptın diyorsun. Evet, benim gençlikte yaptıklarımı, sevgili kardeşler sizlere aktarıyorum ki ibret olsun, inşallah yapmayalım, bizde tövbe edelim, bize de sadaka olsun anlatarak. Bunları diyorum ki, ben yaptım, siz yapmayın diye.

Efendim, bugünkü nezaketle ilgili daha doğrusu nezaketsizlik ile ilgili anlatacağım olay 1990'lı yıllarda oldu. 90'lı yıllarda, İstanbul'a geldik ve o yıllarda kapalı çarşıda dergi çıkartıyorum, İstanbul kuyumculuk odasıyla, ''Gold News'' dergisi çıkartıyorum, devamlı kapalı çarşısı içerisindeyim ve kuyumcular ile devamlı iç-içeyiz baba mesleği kuyumculuk olduğu için. Dergiden dolayı dükkanlara giriyorum, imalathanelere giriyorum, koşturuyoruz, gazeteciyiz aynı zamanda, Türkiye gazetesinde o zaman yazıyordum, Türkiye gazetesinin İngilizce gazetesi vardı ''Made in Turkey'' diye ona yazıyordum. O gazeteyi yazdığım için yurtdışılarına gidip geliyoruz.


Bir Ramazan günü sevgili kardeşlerim, Hüdayi Vakfımız var, tabii ikramlarda bulunuyor, biliyoruz Hüdayi vakfını 1984'den beri biliyoruz tanıyoruz elhamdülillah. Gittiğimiz yerlerde, söylüyorum bakın Hüdayi vakfımız var, yardımlar var, aşevlerimiz var, dağıtıyoruz diye, gittiğimiz yerlerde böyle söylüyorum, bana zarf veriyorlar. İşte zekât, fitre veriyorlar, bu benim zekâtım, bu benim fitrem diye, bizde bunları nezaket olduğu için güzelce zarf içerisinde alıyoruz.


Nezakettir tabi, onu biliyorum çünkü çok önemli, nezaket zarf içerisinde olması lazım, üzerine yazıyoruz bu zekattır, bu sadakadır, bu bağıştır diye sevgili okuyucularımız. O zaman aldım Ramazan'da bir gün, İMC blokları var, İstanbul un kapanında, Allah hayırlı ömürler versin inşallah, Osman Nuri Topbaş Hocamızın, o zaman bulunduğu yer Hisar tekstil orada, zarfları getirdim, güzel edeple ama tabi içimde biraz ne var, hafif gurur var. Bak Efendim getirdim 10-15 tane zarf var, bunlar vakfımıza geldi kapalı çarşından, beni tanıyanlar kuyumcular, esnaflar verdi Hüdayi vakfımıza, böyle bir sevinç var. Zarflara baktı hocamız, büyümüz, baktı-baktı şöyle ama almadı zarfları, çok şaşırdım, şöyle iki tanesini aldı. 10 diyeyim, 11 tane zarf var ama sadece 2 tanesini aldı. Nasıl kırıldım, nasıl üzüldüm. Kuzum dedi, şunu alalım, şu zarfları başka yere verelim dedi, başka yere verelim, başka ihtiyacı olanlara götür bizim vakfımıza vermeyelim, gelmesin dedi.
Ayaktayım şok oldum tabi, her zaman üstadımız tebessümlüdür böyle ama bu sefer bunları almayalım dedi, 7-8 zarfı kenara bıraktı, 2 tanesini aldı. Öyle olunca ben şok oldum, üzerime kaynar sular gelir ya, ben ne yaptım, niye almıyor, ben ne yaptım gelip gidiyor sorular...
Dedik ya, nezaket önemli, güzellik önemli. Ben öyle ısrar edince, mübarek gülerek tebessüm ederek kuzum dedi seninle ilgisi yok dedi, bunlar verilirken, belli ki dedi sen gazetecisin, sen dergi çıkartıyorsun, senin hatırına verilmiş... Senden ya çekindikleri için veya senden bir menfaatleri olduğu için verilmiş. Vakfımız için değil, böyle menfaatle, böyle bir şey bekleyerek, bizim vakfımıza girmesin kuzum dedi. Biz hassas olalım, gittiğimiz yerlerde hassas olalım. Gittiğimiz yerlerde dedi, kim ne niyetle veriyor bilmiyoruz. Bizim vakfımız Aziz Mahmud Hudayi vakfımız böyle en ince dokunur, ihtiyacı olana verir ve samimi bir şekilde ikramlar gelir, bizde dağıtırız. Biz bundan sonra buna dikkat edelim dedi. Tebessüm ederek, bakın ikazı da tebessüm. Ben tabi heyecanlandım, üzüldüm, ama üzülme dedi, bunlar verilmiş tamam bunları başka yerlere götür, başka vakıflara ver, istifade etsinler, yapılsın, yerine ulaşsın dedi. Sana verilmiş emanet yerine ulaşsın ama bizim vakfımıza bu iki tanesini alalım, ikisi güzel, gerçekten vakfımızı sevmişler, gerçekten tanıyorlar, biliyorlar, Allah rızası için hürmetten verilmiş kabul edelim dedi ve Bakara süresi 262-263-263 ayetlerini okudu.