Sahip olmaya mı geldik ŞAHİT OLMAYA mı

Necla Hanım aslında pek âdeti değildi öyle geline pek sık gelip gitmez, ama gelinini de severdi. Sorduklarında da : "Efendim tatlı gitmek lazım. Gençler rahat olsunlar", derdi. Oğlu ve gelini İstanbul'da Kadıköy'de lüks bir semtte yine lüks bir sitede daha doğrusu şimdiki adıyla "rezidans" da oturuyorlardı. Girişi çıkışı her şeyi akıllı diye konuşulan sitelerde. Necla Hanım'ın evi ise Fatih'te mütevazı ve küçük de bir bahçesi olan bir apartmanın giriş katındaydı. Bir akşam üzere gelini Gülşen Hanım aradı, kayınvalidesinden üç günlüğüne kendilerine gelmesini rica etti. Eşi ve kendisi üç günlüğüne İstanbul dışına iş gezisine gideceği için küçük torunu olan Yağız'a bakıp bakamayacağını kibarca sordu. Necla Hanım ise elbette, seve seve geleceğini söyleyerek hazırlıklara başladı. Gerçi oğlu ve gelininin evinde günlük gelen yardımcı bir hanımda vardı ama gelini ille de kayınvalidesinin Yağız'la ilgilenmesini istedi ki içi rahat olsun. Hem zaten Yağız her gün eve çok yakın olan yuvaya gidiyor. Öğleden sonra geliyordu. Necla Hanım, yakın olduğu için torununu üç gün boyunca kendisi götürüp getirecekti. Hem onun için de bir değişiklik olur, torunu ile güzel bir zaman geçiririm diye düşünüyordu. Necla Hanım ertesi günü beklemeden o akşam hazırlanıp hemen oğlu ve gelinin evine geçti. Ertesi sabah da torunu Yağız'ı erkenden hazırladı yuvaya götürmek için. Yuvaya girdiğinde, torunu babaannesinin elini bırakarak doğru oyun salonuna koştu. Çünkü yuvaya erken gelen çocuklar, o gün yeni oyuncakların geldiğini söylemişlerdi, O'da duyunca yuvadaki diğer çocuklar gibi adeta saldırırcasına yeni gelen oyuncaklara sarıldı. Herkes bir oyuncak kapıyor. Elindeki oyuncağı daha oynamadan başka bir oyuncak kapmak istiyordu. Necla Hanım şaşırdı, yaklaşık bir yarım saat kadar bu sahneyi seyretti. Çocuklar o kadar oyuna kaptırmışlardı ki ne öğretmenlerini ne de onları getiren anne ve babalarını gözleri görüyordu. Varsa yoksa oyuncak sahip olma derdindeydiler. Adeta bir savaş alanı gibi eline oyuncağı geçiren hemen onu bir yere saklıyor. Sonra tekrar gidip başka oyuncaklar alıp onunla da oynamadan, başkası ile paylaşmadan hemen onu saklama derdine düşünüyordu. Necla Hanım biraz da şaşkın olarak torunu orada bırakıp yakındaki parka gitti. Biraz dinlenip birileri ile dertleşmek istiyordu. Anlayamamıştı çocuklar oyuncakla oynamıyorlardı. Oyunun tadını, zevkini çıkarmıyor ha bire oyuncak sahibi olma derdinde idiler. Peki, sonra ne olacaktı Akşam olunca oyuncaklar orada kalacak, herkes evine dönüp, oynamadıkları oyuncakların sadece yorgunluğu uyuyacaklardı. Bunları düşünürken yanına Nezahet Hanım geldi. Kendisini tanırdı. Güngörmüş bir hanımefendiydi kendisi. Hanımlara sohbet yapan emekli vaize hanımdı. Necla Hanım, onu birden yanında görünce yüzü güldü, neşesi yerine geldi ve sabahki karşılaştığı olayı bir çırpıda anlatıverdi. Nezahet Hanım, yılların verdiği tecrübe ile tebessüm içerisinde şu güzel konuşmayı yaptı: " Sevgili kardeşim, neden garipsiyorsun ki. Büyüklerin çocuklardan ne farkı var ki. Çocuklar yuvada oyuncakları sahip çıkıyorlar, saklıyorlar. Birbirleri ile paylaşmıyorlar. Ya büyükler, onlarda öyle değiller mi Bak etrafına mal biriktiren, elbise biriktiren ya da eşya biriktiren bir sürü insan var. Öyle hanımlar tanırım ki mağazadan aldığı elbiseyi bir kere bile giymeden öylece durur. Ne kendi giyebilir, ne de başkasına verir. Allah diyor ki : "Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi 'tutkuyla oyalayıp, kendinizden geçirdi.' "Öyle ki (bu,) mezarı ziyaretinize (kabre gidişinize, ölümünüze) kadar sürdü." (Tekasür Suresi, 1-2) Günümüzde de öyle değil mi, insanlar yeni moda elbise, yeni