Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın -yakın coğrafyamızdaki gelişmelerden ve İsrail yayılmacılığının yarattığı risklerden hareketle- epeyce bir zamandır dile getirdiği "iç cepheyi güçlü tutalım" çağrısı -bilindiği üzere- Devlet Bahçeli'nin 1 Ekim'de DEM Partililere uzattığı elle ete kemiğe bürünmüş oldu.
Ancak meseleyi kendi rasyonalitesi içinde değerlendirmek yerine genel olarak "konuyu yanlış anlamayı" ve "kendi ajandasını dayatmayı" tercih ediyor partiler.
DEM'den gelen Öcalan'a özgürlük naraları da, ihanet yaygaraları da bilinçli yanılsamalar. Beyhude tartışmalar yani. O açıdan iç cephe çağrısı ve uzatılan el mevzuu da, yeni anayasa yapım süreci de bu minvalde ilerliyor.
İkisini birlikte değerlendiren ve "yeni bir çözüm süreci için zemin aranıyor" diyenler de az değil.
Peki, bu böyle mi gerçekten Yeni bir çözüm süreci mümkün mü
Kesinlikle hayır.
Ne devlet kurumlarında ne hükümeti oluşturan siyasi çevrelerde böyle bir gündem var çünkü.
PKK terör örgütünün ülke sınırları içinde bitirildiği, bırakın eylem yapmayı, kalanların kafalarını mağaralardan, dehlizlerden bile çıkaramadığı bir vasattayız.
Ayrıca DEM başta olmak üzere PKK'nın siyasi uzantısı konumundaki partilerin -HDP, DBP- halka yönelik hiçbir çağrısı karşılık bulmuyor. "Öcalan'a özgürlük" mitinglerine bile en fazla üç yüz, beş yüz kişi toplayabiliyorlar. Onların da parti teşkilat mensuplarıyla başlarına PKK tarafından atanmış kayyumlar olduğunu herkes biliyor.
Hal böyleyken "devlet" neden "silah bırak" deme ihtiyacı duysun PKK'ya
Bu noktada cevaplanması gereken iki yeni "durum" var.
İlki, MHP lideri Devlet Bahçeli'nin Öcalan'a atıfla "Türkiye'ye getirilirken 'her türlü hizmete hazırım' diyen terörist başı çıksın, terörün bittiğini, örgütün tasfiye edileceğini tek taraflı olarak ilan etsin" sözleri.
Diğeri ise bir iddia. İddianın sahibi DEM Parti vekili Cengiz Çandar'ın ifadesiyle "eşi ABD istihbaratına vakıf gazeteci hanım" Amberin Zaman'ın 10 Ekim'de Al-Monitör'de yayınlanan yazısında ortaya atıldı. Zaman'a göre güya "Devlet Öcalan ile İmralı'da görüşüyormuş ve Kandildekilerle de iletişimini sağlıyormuş".
Bu iddiayı Ankara'da kimse doğrulamıyor. Hatta o kadar yersiz bulunuyor ki üzerine fazlaca konuşma gereği bile duyulmuyor.
Lakin "oltaya takılanlar" olduğu da ortada. Bunlar arasında "hemen şimdi" diyen de var, "bir daha asla" diyen de. Bağırıp çağıran da var, bu vesileyle "belki bize de bir vazife düşer" havasında olanlar da.
Devlet Bahçeli'nin yaptığı tasfiye çağrısına ve partilerin aldığı tutumlara siyasi yetkinliklerini okumak bakımından ayrıca bakmak gerekir ama.
Benim gözlem ve değerlendirmelerime göre Cumhurbaşkanı Erdoğan da, Devlet Bahçeli de yaptıkları çağrıyla ne terör örgütüne ne Meclis'teki temsilcilerine sesleniyor aslında.
DEM Parti'ye oy veren toplum kesimlerince devletin ve devleti yöneten siyasi iradenin vatandaşlar arasında ayrım yapmadığı, sorun çözme ve ülkenin güvenliğini sağlama amacıyla hareket ettiği hatırlansın isteniyor.
"Öncelikle ve özellikle çocuklarını terör örgütüne kaptırmış olanlar görmeli ki, devletin tüm çabasına rağmen PKK terörden ve bölücülükten yana pozisyonunu değişmiyor. ABD-İsrail yayılmacılığı coğrafyamızı ateşe vermişken, ateş adım adım sınırlarımıza yaklaşırken sizin çocuklarınızı emperyalistlerin Siyonistlerin uşağı, "mayın eşeği" haline getirdiler" deniyor.
DEM Parti'ye de bir imkan sunuluyor: "Terör örgütü burada bitti. Sınır ötesinde ise hamle ettiği anda -arkasında kim olduğuna bakmadan- ezeriz. Kararınızı verin. Türkiye partisi iseniz Türkiye'nin gerçekliğine dönün" deniyor.
"Türkiye gerçekliği" bu aralar PKK çevrelerinde coşkuyla tartışılan konu açısından önemli. "Yüzyıldır beklediğimiz fırsat nihayet ayağımıza geldi, ABD-İsrail kim olduğu fark etmez, bağımsız Kürdistan'ı kim verirse onlarla iş tutarız