Soru-cevap

ATLANTİK konferansları, Moskova Konferansları, Şerşel ve Kazablanka Konferansları, QUEBEC Konferansı, Tahran- Kahire Konferansları, Dumbarton Oaks Konferansı, Yalta ile Postdam Konferansı... Bunlar belli başlıları.
Amerika Birleşik Devletleri ile İNGİLTERE arasındaki gizli açık çok anlaşma vardı. Bilinmesi gerektiği halde ıskalanır, konuşulmaz ve güncelleştirilmezdi.
Bu nedenle İKİ GÜÇ ARASINDAKİ SAVAŞIN eskisinden çok daha şiddetli olduğu ve devam ettiği gerçeğini görmezdik. Ana merkezlerden biri belki de en kritik olanı Türkiye'de yaptıkları mücadeleydi. Bunu bilmeden bunu görmeden bunu çözemeden bir adım atma şansınız yoktu. Ne hikmetse kimse ilgilenmiyordu!
Oysa ekonomik politikalardan siyasi adımlara, askeri hamlelerden stratejik kararlara kadar gösterilen iradenin arkasında bu ÇEKİŞMENİN GÖLGESİ vardı.
Evet! İddialı bir cümle olduğunu biliyorum. Gerçek de buydu!
Çok genel ifade ile Atlantik'in öte yakası olan ABD, Çin ile kendi kontrolünde bir DÜNYA isterken, Britanya ise o küçük adadaki büyük aklı ile Çin'i karşıya ve yanına koyup ABD'yi tasfiye etmek niyetinde. Bu öylesine büyük öylesine sancılı bir mücadele ki anlamak için İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI sırasındaki DEVİR-TESLİM konferanslarına anlaşmalarına bakmak gerekiyordu.
ADA İMPARATORLUĞU olan BRİTANYA daha önce kimsenin ele geçiremediği dünyayı yönetme ehliyetini ZORLA da olsa Washington'a bırakıyordu. ABD, İNGİLTERE'yi sıçrayamaz halde tutmak için de savaştan hemen sonra laboratuvarda büyüttüğü SOVYETLER'i ÖTEKİ yapıyor ve iyi polis kötü polis tahterevallisiyle dünyayı kontrol ediyordu. İŞTE BREXIT ile atılan adım ABD'ye karşı bir hamleydi. ARAP BAHARI ile tavan yapan gerilimle LONDRA "Eski dostlarımızla yeni ortaklık çatısı altında KÜRESEL BRİTANYA'yı GERİ GETİRECEĞİZ" diyordu.
Britanya'nın gelmesi ABD'nin gitmesi demekti. Mesele buydu. İşte bu muazzam savaş haliyle Türkiye'yi de derinden etkiliyordu. Başbakan olduğu dönemlerde Erdoğan'ın dinlenmesinden MİT yöneticilerinin alınmak istenmesine, Gezi'den 17-25 Aralık'a, 15 Temmuz'dan Kobani olaylarına kadar olan her eksende bu KÜRESEL mücadelenin izleri, adamları, piyonları vardı! Bu netti!
Bizim darbeler, cuntalar, muhtıralar, koalisyonlar tarihi de bu çekişmenin TÜRKİYE GÖSTERİMİNDEN ibaretti. Bilmezdik, konuşulmazdı, yazılmazdı. Ancak gerçek buydu!
HAMAS-Hizbullah-Katar'a uygulanan ambargo- Suud ve İsrail yakınlığı- İran'ın bölgedeki etkisi, faaliyetleri, Reisi suikastı, Kasım Süleymani'nin öldürülmesi, ABD'nin 7 Ekim'den hemen sonra DONANMASINI yollaması hepsi bu mücadelenin tonlarıydı! İçeride durum farklı değildi. AK PARTİ ve BAŞKAN ERDOĞAN'ın MAYIS seçimlerini kazanmasından sonra vites artırıldı. Sinan Ateş cinayeti, yargıdaki kaos, hakimlerin verdikleri mesajlar, Yargıtay'daki seçimlerin 37 turda bitmesi, Osman Kavala olayı üzerinde kopan fırtına, Demirtaş ve KOBANİ DAVASI'nda verilen kararlar, HDP-DEM'in kapatılma isteği, Kürt siyasetçilere tutuklama talebi, Talabani'nin ABD ile yakınlığı, Barzani'nin TUR'ları, YPG'nin iyiden iyiye büyümesi, çetelerle mücadele edilmesi, ekonomide alınan kararların arkasında durulması...
Hepsi KÜRESEL mücadelenin içeriye yansıttıklarıydı.
Günlerdir yazmaya gayret ettiğim gibi hedef CUMHUR İTTİFAKI'ydı. Hedef Devlet Bey ve partisinin ANKARA'daki ağırlığına son vermekti. Böylece BÖLGESEL DEĞİŞİMİN
KONUŞULABİLDİĞİ ALANLAR
AÇILACAK ve İTİRAZLAR YÜKSELMEYECEKTİ.
CUMHUR İTTİFAKI iki farklı partinin bir araya gelmesi değildi!
Dünya üzerindeki iki ekol'den birine sahip çıkılarak TEK olarak hareket edilmesiydi. Başkan Erdoğan'la 2002'de yola çıkan pek çok AK PARTİLİ bu yola bu yolculuğa itiraz ediyordu. Karşıydı. İzlenen politika gereği. Bu nedenle CUMHUR İTTİFAKI İKİ ideolojiyi barındırsa da TEK politika üretiyordu. Bu bölgeye, dışarıya ORTAK bakışı getiriyordu. İşte bu bakışın bu ortak hareket tarzının sonlanması istenmekteydi. Türkiye'yi meşgul eden çeteler de çete liderleri de kaçırılanlar da tutuklananlar da suikastlarda, yargıdaki bilek güreşleri de Kürt siyaseti üzerinden getirilen eleştiriler de hepsi bu amaca hizmet ediyordu.
KÜRESEL mücadeleyi bilen Devlet Bey geçtiğimiz gün Reisi'nin öldüğü kazaya değiniyor ve şunları söylüyordu: "Bugün İran'ın başına gelen felaketin Allah korusun ama Türkiye'de de yaşanabileceğini düşünmek bir vehim (kuruntu) değil, suyu uyutup kendisini ayık tutan mihrakların gerçek niyetlerini az çok yorumlamış olmamızın sonucudur.
Her anlamda, her seviyede dikkat, temkin, tedbir, güvenlik önlemi kaçınılmaz bir ihtiyaçtır..." Aynı zaman diliminde DEM Parti milletvekilleri, Kobani davası kararlarına karşı Adalet Bakanlığı'na yürüdü. Sezai Temelli, Bahçeli'nin HDP kapatılsın çıkışına, "Kendi