Frekans

SON günlerde MHP lideri Bahçeli, öyle ya da böyle en çok konuşulan isimlerin başında geliyordu. Başkan Erdoğan'ın IRAK'a 13 yıl sonra gitmesi, ORTAK OPERASYON ve ORTAK EKONOMİK PROJENİN gündeme gelmesi tesadüf değildi.
Terör örgütü PKK'nın bittiği, biteceği artık SIR olmaktan çıkmıştı.
Bölge yeni şekline hazırlanıyordu.
Peki içeride neler oluyordu Siyasi partiler ne düşünüyor, liderleri ne hesap yapıyordu
Gelin bugün bu koordinattan ilerleyelim...
Tony Blair'in ani bir kararla istifa etmesi, BREXIT'ın gelmesi dünyanın tepesindeki kırılmayı en yakından gösteren işaretlerdi. Türkiye bunun dışında kalamazdı. Hem siyasi yelpazede hem AK PARTİ'nin içinde yaşananlar, tasfiyeler aslında bunlarla doğrudan ilgiliydi.
Açalım...
MHP ve Devlet Bey, aldığı OY'dan çok daha fazla etkiye, güce sahiptir. Belki şimdilerde unutuldu ancak Abdullah Bey'e doğrudan yüklenen Bahçeli, 367 krizi baş gösterince düğümü çözen isim oluyordu.
Gül'ü, Çankaya'ya yolluyordu. e-muhtıra'ya rağmen Bahçeli, GÜL'ün arkasında duruyor ÇANKAYA'yı askerle karşı karşıya bırakıyordu. AK PARTİ, Gül'ün görev süresi dolmadan kapıları kapatınca tasfiye süreci başlıyordu. İnce bir plan tıkır tıkır işliyor gibiydi.
Ancak sonra Abdullah Bey'in ismi CUMHURBAŞKANLIĞI seçimlerinde yine gündeme geliyor, Bahçeli net renk veriyordu. MHP lideri sosyal medya hesabından yaptığı bir dizi paylaşımda, "Türkiye'ye tuzak kuruluyor. Gül, Pensilvanya'nın tezgahına düşmeyi nasıl göze almıştır" ifadelerini kullanıyordu. Gül'ü küresel sermayeye yakınlığından vuruyordu.
Abdullah Gül'ün İstanbul seçimlerinin iptal kararını eleştirmesi üzerine, "AK PARTİ'ye vefasızlık yapıyor" sözlerini söylüyordu. Konu HDP olunca, Gül tepkisini gizlemiyor doğrudan adrese net mesajlar yolluyordu. Bahçeli de bunun üzerine çıtayı yukarı koyarak "11. Cumhurbaşkanı'na tavsiyem, eğer çok üzüldüyse, HDP'ye veya CHP'ye katılması isabetli ve tutarlı bir davranış olacaktır. Hatta çok da yakışacaktır, nitekim tencere yuvarlanıp kapağını bulacaktır" sözleriyle durumu anlatıyordu...
Aynı Bahçeli aynı MHP çizgisini koruyor ve Başkan Erdoğan'ın yanında durmaya devam ediyordu. CUMHUR İTTİFAKI'nı kimsenin yıkamayacağını söylüyordu.
Türkiye içindeki siyasi dengenin bir ucu ya da gölgesi dışarıya yansırdı. Net! Peki burada nasıl bir tablo vardı
Biraz geriye gidelim...
Bugünkü Avrupa Birliği'nin temellerini oluşturan 1957 Roma Antlaşması'nı imzalamak ve ekonomik topluluğun bir üyesi olmak için Birleşik Krallık da davet edilmişti.
Ancak Londra o dönem bunu kabul etmedi. "HAYIR" dedi.
ABD ile olan yakın ilişkiler, iç içe olma durumu bu cevabı gerekli kılıyordu. Fakat 4 yıl sonra hesaplar değişti. İngiltere "GELMEK İSTİYORUM" dedi. Bu kez Fransa sahne aldı ve "Size gerek yok" cevabını verdi. Fransız lider Charles De Gaulle, İngiltere ile Avrupa'nın ekonomik çıkarlarının uyuşmadığını ileri sürerek birkaç yıl arayla yapılan iki başvuruyu da veto etti. İngiltere'nin 1969 yılında yaptığı üçüncü başvuru kabul edildi ve ancak 1973'te topluluğun bir üyesi olabildi.
Yani Fransa-Almanya'nın başını çektiği AVRUPA ayrı İNGİLTERE ayrıydı...
Birlik içinde de dışında da REKABET vardı.
Fransa nükleer gücü temsil ediyordu. Okyanus adalarında yaptığı nükleer denemeler televizyonlara gazetelere manşet oluyordu. ABD'nin itirazı da gecikmiyor akabinde geliyordu. Almanya ise ÜRETİMİ ekonomiyi canlılığı temsil ediyor ve durmadan ileri hamle yapıyordu.
İngiltere ise ÜYE olduktan sonra BİRLİK içindeki kimliğini küresel sermaye ve finansın gücü oluşturuyordu. Tony Blair'in istifasına kadar küresel sermaye Londra'nın kalbindeydi.
ÜÇ BÜYÜK ÜÇ AYRI EKOL'dü. İngiltere paranın gücüyle geliyor arkasında COMMONWEALTH'i de sürüklüyordu. Türkiye, İngiltere ile yakın olduğu için de asla TAM ÜYELİĞE alınmıyordu.
BİRLİK içindeki denge "Londra lehine dönmesin" diye. Avrupa'dan gelen tüm isimler, liderler Türkiye'nin önemini bildiği için birebir ilişki geliştirmek istiyordu. Son gelen Alman Cumhurbaşkanı Steinmeier gibi...