'U' dönüşler şaşırtıcı değil

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dış politikasındaki hızlı "U" dönüşler, "Ne oldu şimdi", "Bu uzlaşmacı politikaların arkasında ne var" sorularını gündeme getirdi. Peki Erzincan'ın İliç ilçesindeki göçük felaketine, altın madeni rezaletine ne demeli Ne olacak Gerçeklik hayalleri darp etti. İkinci ve üçüncü soruların cevabı da bu "gerçekliğin" içinde.

EMPERYALİST SİSTEM SORUNU

II. Dünya Savaş sonrasında yeniden şekillenmeye başlayan emperyalist sistem içinde "sömürge ülkeler", ekonomilerini uluslararası sermayenin kullanımına açık bırakmak, ABD hegemonyasının "güvenlik mimarisi" içine girmeyi kabullenmek koşuluyla siyasi bağımsızlıklarını kazanmaya başladılar. Bu ülkelerde kapitalizm uluslararası sermayenin değerlenme devrelerinin ekonomik-kültürel, hegemonya düzeninin siyasi askeri gereksinimlerine tabi olarak "gelişti". Artık, bu ülkelerin devletlerini ve kültürlerini betimlermek için "sömürgecilik sonrası" kavramı kullanılıyordu.

Uluslararası sermayenin, bir coğrafyada değerlenebilmesi için o coğrafyada belli ekonomik, siyasi kültürel şekillenmelerin gerçekleşmesi, uluslararası sermaye ile yerli sermaye sınıfı arasında bir "hiyerarşik-yapısal uyumun" kurulması gerekir. "Sömürgecilik sonrası" ekonomiler uluslararası sermayenin girişine, değerlenmesini, üretilecek artık-değerin, yerelde birikmiş değerlerin transferini kolaylaştıracak biçimde şekillendiler.

Bu transferler, "artık-değer havuzunu", Meksika, Brezilya, Arjantin, Türkiye gibi örneklerde yaklaşık 10 yılda bir boşalttıkça, ekonomik krizler patlak verdikçe, sermaye girişini teşvik eden "yapısal reformlar" uygulandıkça bağımlık ilişkisi daha da derinleşti.

VE TÜRKİYE

Türkiye Cumhuriyeti, hiçbir zaman sömürge statüsüne düşmemiş olsa da egemen sınıflar, bunların siyasi temsilcileri, güvenlik bürokrasisi, II. Dünya Savaşı sonrasında, özgün kalkınma, sanayileşme planlarını çöpe atıp emperyalist sistemin bu "sömürgecilik sonrası" düzenine katılmayı seçtiler. Böylece Türkiye ekonomisi uluslararası sermayenin değerlenme devrelerine, ABD hegemonyasının güvenlik yapılanmasına bağlandı. 1970'lerin sonunda dünya ekonomisi ABD hegemonyasının neoliberal küreselleşme, 1990'larda finansallaşma politikaları ile yeniden şekillenmeye başladığında Türkiye devleti ve ekonomisi, emperyalist sistemin ekonomik kullanımına kültürel etkilerine tamamen açılmış, bağımsız karar alma kapasitesi daha da zayıflamıştı.

Sosyalistlerin, ekonomik, siyasi kültürel bağımsızlık arayışları 1980 darbesiyle bastırıldıktan sonra, bir daha tekrarlanmasını önlemek için, "emperyalist makinenin" kültürel organları liberal entelijensiyanın, yerli finans-medya oligarşisinin katkısıyla siyasal İslamın önü açıldı. Siyasal İslam, devlete eriştiği ("state capture") 2000'li yıllardaki jeopolitik ortamı, uluslararası sermayenin ilgisini, bir "ne istersem yaparım" durumu olarak algıladı. Ancak uluslararası sermayenin değerlenme gereksinimleriyle siyasal İslamın egemen sınıfın ekonomik kültürel gereksinimleri çatışmaya başladıkça ekonomik kriz de derinleşti. Bir "sömürgecilik sonrası" devletin, "rejimi ne olursa olsun" ülke ekonomisini uluslararası sermayenin kullanımına açık tutma zorunluluğu kendini dayatmaya başlayınca da bir şaşkınlık egemen oldu: Ayaklarına bağlı zincir meğerse ne kadar da kısaymış