Susturma arzusu

Gazetecilik meslek örgütlerinin "sansür yasası" olarak adlandırdığı, "dezenformasyonla mücadele yasası", seçimlere giden süreçte, rejiminin "evriminin" yönünün, toplumu susturma arzusunun dışavurumudur.Maddeleri medyada yaygın biçimde tartışılan, yasanın kapsamına ilişkin şu ifadeleri aktarmakla yetineyim: "Halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kişiler." Yazarken düşündüm: "Ya bu yasayı eleştirmek de yasanın kapsamına giriyorsa"Yasa Meclis'ten geçtikten az sonra Bartın'da bir maden kazası yaşandı. Bu kazanın nedenleri, can kaybı sayısı, bunlar üzerine bilgiler ve yorumlar hemen toplumun gündemine girdi. Böyle bir felaket yaşandığında, sansürsüz bir toplumda, birbirinden farklı perspektiflere, bilgi düzeylerine, çıkarlara sahip vatandaşlar, iktidardaki ve muhalefetteki siyasiler, birbirlerinden farklı yorumlar yaparlar, olgulara farklı anlamlar yüklerler. Bu bağlamda, felaketi işletmenin ihmalinde, rastlantıya, işçilerin hatalı bir pratiğine bağlayanların yanı sıra, Tanrı'nın iradesine, hatta türlü komplo teorilerine bağlayanlar da olacaktır. Felaket, böyle, çelişkili, tartışmalı (diyalojik) bir iletişim içinde, bilimin ve toplumun ortak değerlerinin süzgecinden geçerek gerçeğe en yakın anlamını bulur."Dezenformasyonla mücadele yasası" bu olanağı ortadan kaldırıyor. Yaşanacak, toplumsal ya da bireysel "felaketlerin", hatta adalete, haklara ve özgürlüklere ilişkin olayların anlamını saptama hakkını "resmi kurumların" tekeline veriyor. Gerçekten de Bartın'da yaşanan maden patlamasıyla ilgili olarak, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı, yaptığı açıklamada yeni yasaya atıfla, "dezenformasyona" itibar edilmemesini, yalnızca bakanların ve resmi kurumların açıklamalarının dikkate alınması gerektiğini ifade etti. Emniyet'ten yapılan açıklamada da 12 sosyal medya hesabı yöneticisi hakkında adli işlem başlatıldığı duyuruldu. Böylece, bu felakete ilişkin konuşulabilecek olanların sınırları, "resmi kurumların" açıklamalarına kadar daraltılmaya çalışılmış oluyordu.Bu "sınırlardan" söz edince akla Aristoteles geliyor. Aristoteles, insanların, adalete ilişkin sorunlarını ortaklaştıran bir konuşma gücüne, lisana sahip olduklarını buna karşılık, hayvanların sadece zevk veya acıyı