İroni bir değil ki!
Trump rejimi ABD'nin Çin mallarına uyguladığı tarifeleri yüzde 145'e çıkararak, benzer yaptırımlarla AB, Güney Kore ve Tayvan gibi geleneksel müttefiklerini de hedef alarak ABD'nin sınai gücünü, hegemonyasını restore edeceğini düşünüyor. İronik olan şu ki jeopolitik çevrelerde, bu tarifelerin, tam aksi yönde işleyeceğine, bir "ABD sonrası düzene" geçişi hızlandıracağına ilişkin bir kanı güçleniyor.
TARİFELER AMA BİLDİĞİNİZ GİBİ DEĞİLGeçmişte, ekonomik savunma araçları olan tarifeler Trump döneminde ideolojik silahlara dönüştü. Trump'ın yakın zamanda "Kurtuluş Günü Tarifeleri" olarak adlandırdığı "ekonomik vatanseverlik", "adil ticaret" gibi kavramlarla süslenen önlemler, küresel entegrasyonu, dünya ekonomisine bağımlılığı kalıcı biçimde yıkmayı amaçlıyor. Ancak tarifelerin, Amerikan işçilerini "küreselleşmecilerden" korumak yerinde ABD'nin küresel liderlik kapasitesinin ekonomik açıdan çöküşünü hızlandıracak olmaları da ironik.
Çin, kritik madenlerin (örneğin galyum ve grafit), mıknatısların ihracatını sınırlıyor. ABD sanayisinin simgesi Boeing'in ürettiği uçakları ve yedek parçaları almayı durduruyor. ABD bonolarını satarak, dolar dışı paralarla ticareti destekleyerek, doların uluslararası egemenliğini zayıflatacak yönde adımları hızlandırıyor, Küresel Güney'le olan ilişkilerini jeopolitik bir zemine taşıyor. Bir zamanlar temkinli, ekonomi odaklı Pekin, şimdi açıkça alternatif bir küresel düzenin altyapısını inşa ediyor: BRICS, Kuşak ve Yol Girişimi, Yuan üzerinden yapılan enerji anlaşmaları... Hepsi, Washington dışı bir dünyanın temellerini atıyor.
BİR İRONİ DAHATedarik zincirleri de yeniden şekilleniyor. Küresel üretim ağları artık yalnızca Çin'den değil, aynı zamanda ABD denetiminden de uzaklaşmaya başlıyor. Bu dönüşüm, jeopolitik risklere karşı çok merkezli üretim ve yatırım modellerine evriliyor. Örneğin Apple, üretiminin önemli bir bölümünü Hindistan ve Vietnam'a kaydırmaya başladı; Foxconn gibi dev taşeronlar artık Çin'e bağımlı kalmamak adına Güneydoğu Asya'da yeni fabrikalar kuruyor. Japonya, devlet destekli teşviklerle üreticilerini Çin dışına çıkmaya teşvik ediyor. ABD merkezli yarı iletken şirketleri, "CHIPS Act" kapsamında üretimi ülke içine çekerken aynı anda Avrupa ve Tayvan gibi bölgelere yatırım yaparak çoklu bağımlılık ağı kuruyorlar. Almanya gibi ülkeler ise Çin'e ihracat bağımlılığını azaltmak için Hindistan, Endonezya ve Brezilya ile yeni ticaret girişimlerine yöneliyor. Çin de benzer biçimde "iç-döngü" stratejisiyle teknoloji ve üretim süreçlerini yerelleştirmeye, ABD'ye olan teknolojik bağımlılığı azaltmaya çalışıyor. Tüm bu gelişmeler, küresel tedarik zincirlerinin hem fiziksel hem siyasi sınırlar boyunca yeniden çizildiğini gösteriyor ve bu harita artık tek bir süper gücün etrafında kurulmuyor.