'Gizli (stealth) sömürgecilik' ve Türkiye

Cumhurbaşkanının ABD ziyareti, MAPEG'in, 33 ilin topraklarını doğrudan madencilik yatırımlarına açması emperyalizm tartışmalarını yeniden canlandırdı. Ancak emperyalizmi konuşacaksak kapitalizmi de konuşmaktan kaçınamayız.

EMPERYALİZM VE KAPİTALİZM

Emperyalizm kapitalizmin genişleme eğiliminin kaçınılmaz bir sonucudur. Genişleme eğilimi, kapitalizmin, krizlerini tetikleyen, sermayenin hareketini yönlendiren kâr oranları düşme eğilimi ve karşıt eğilimleri yasasının pratik sonucudur. Makineleşme, ücretleri baskılama, mal-sermaye ihracı, hammadde-enerji, emek ithalatı gibi karşıt eğilimler, öncelikle "egemen/öncü" sermayenin gereksinimlerine göre (çoğu zaman) devlet tarafından harekete geçirilirler. Emperyalizm sistemiktir, kapitalizmin aşılmadan emperyalizmin dışına çıkılamaz, en fazla emperyalizmle ilişkiler yönetilmeye () çalışılabilir.

Son mali krizden bu yana, özellikle de son yıllarda kapitalizmin yapay zekâ, veri altyapıları ve kritik mineraller etrafında yeni bir evresi şekilleniyor. Neoliberal dönemin finansallaşma ve serbest piyasa gibi gereksinimlerinden farklı olarak bu yeni evre doğrudan kaynak kontrolü, altyapısal bağımlılık ve jeopolitik rekabet üzerine kuruluyor. Bu dönüşümü, "gizli (hatta hortlak) sömürgecilik" olarak da tanımlayabiliriz. Bu yeni aşamada, klasik sömürgeciliği anımsatan işgal ve askeri yıkım (son yıllarda başlamış olsa da) henüz egemen değildir; neoliberal dönemdeki gibi piyasa özgürlükleriyle meşrulaştırılmış bir küreselleşmenin aksine, "gizli sömürgecilik", karşılıklı fayda kılıfı altında ortaklıklar, yatırım anlaşmaları, yeşil enerji projeleri ve dijital dönüşüm vaatleri üzerinden işliyor; çevre ülkelerde egemenlik kaybı, ekolojik yıkım ve altyapısal bağımlılık yaratıyor.

Geçmişte klasik sömürgeciliğin, merkezde faşizme zemin hazırlaması gibi, bu yeni dönemde de "gizli sömürgeci" yapılar içinde gelişen "süreç olarak faşizm", hızlanan göç hareketleri gibi sonuçları üzerinden merkez ülkelere geri dönüyor.

TÜRKİYE VE GİZLİ SÖMÜRGECİLİK

Türkiye'de finansal kriz dönemine kadar yaklaşık 1200 maden ruhsatı verilmişken 2008-2025 döneminde verilen ruhsat sayısı 400 bini geçmiş. Neoliberal dönemin "piyasa açılımı" politikaları geride kalırken AKP döneminde ülke, yerel rejim tarafından yönetilen bir "gizli sömürgecilik" dönemine girmiş.

Bu yeni dönemde çarpıcı bir ekolojik yıkım da söz konusudur. Türkiye genelinde madenciliğe açılan orman sayısı önceki dönemlere göre üç kat artarak 99 bin hektara ulaşmış. Uzmanlara göre devletin madencilikten aldığı pay binde 9 düzeyinde. Bu oran, kamu yararı ilkesinin terk edilip ülkenin doğal kaynaklarının yerli ve yabancı sermayeye devredildiğini açıkça gösteriyor.