Erkek fantezilerini meşrulaştıran faşist ve siyasal İslamcı ideolojilerle hesaplaşmadan algoritmaları suçlamak kolaydır ama asıl nedeni görünmez kılan politik bir kaçıştır.
Geçen hafta Oksijen'de yayımlanan bir yorum, İstanbul Erkek Lisesi'ndeki bir olayı merkeze alarak "erkeklik krizini", "algoritmaların ebeveynliği" kavramıyla açıklamaya çalışıyor; çocukların sosyal medyada nefret, kadın düşmanlığı içeriğiyle beslendiğini vurguluyordu. Bu tespit önemli: Gerçekten de dijital platformlar nefret söylemi, cinsiyetçilik için yankı odası işlevi görüyor, özellikle genç erkekleri keskin kutuplaşmalara, toksik erkeklik modellerine itiyor. Ancak bu çerçevede algoritmaları "tehlikeli bir teknoloji" olarak anlatırken dikkatli olmak gerekir. ünkü algoritmaların neyi öne çıkaracağı, egemen siyasal iklim, kültürel arzular tarafından belirleniyor. Toplumda güçlenmekte olan bir kadın düşmanlığı, homofobi, şoven milliyetçi erkeklik ideali olmasaydı algoritmalar bu kadar hızlı, yaygın nefret üretemezdi.
FANTEZİNİN SİYASALLAŞMASIModern faşist hareketlerin neredeyse tamamında, erkeklik bir "restorasyon projesi" olarak kurgulanır: Kadınların özgürleşmesine, LGBTİ+ varoluşuna, çoğulculuğa karşı "kaybedilmiş iktidarı geri alma" vaadi, ekonomik baskılardan, yalnızlıktan bunalan erkeklere bir tür duygusal kaçış sunar. Bu siyaset, erkek şiddetini, kadın bedenini kontrol etme arzusunu "ahlak", "gelenek", "milletin bekası" gibi kavramlarla kutsallaştırarak en radikal erkek fantezilerini bile normalleştiren bir atmosfer yaratır.
Bu atmosferde genç erkekler, yalnızca algoritmaların sürüklediği pasif tüketiciler değildir; tersine, faşizan erkeklik mitolojilerine aktif bir biçimde özne olarak davet edilirler. "Gerçek erkek olma", "kadını yerine döndürme", "ülkeyi/ırkı kurtarma" gibi sloganlarla örülen bu mitoloji, dijital ortamda yalnızca çoğaltılır; kaynağı ise sokakta, ailede, okulda, camide zaten yıllardır dolaşımda olan erkek egemen dildir.
Türkiye bağlamında "erkeklik krizini" konuşurken siyasal İslamın rejimini, kültürel hegemonyasını dışarıda bırakmak analitik bir körlüktür. Yıllardır tekrar edilen "ailenin korunması", "fıtrat", "neslin devamı", "kadının annelikle tanımı" gibi söylemler, erkek şiddetinin çoğu kez cezasız kalmasını, erkeklerin kendini evin reisi, kadını ise denetlenmesi gereken bir "mal" olarak görmesini kültürel/eril-siyasal bir norm haline getirmedi mi
Bu norm, okul koridorlarından televizyon dizilerine kadar uzanan geniş bir alanda yeniden üretilirken İstanbul Erkek Lisesi gibi kurumlarda ortaya çıkan "krizleri" yalnızca dijital algoritmalarla açıklamak, bu siyasal kültürü gizlemeye hizmet ediyor. ünkü bir kız öğrencinin yılbaşı kutlama fotoğrafı üzerine yağdırılan hakaret, tehditler, yalnızca internet anonimliğinden değil, yıllardır sahneden, kürsüden beslenen erilahlakçı nefret dilinden de cesaret alıyor.

19