Birlik yoksa iktidar da yok

Sağ popülizm (yeni faşizm) dünyanın pek çok yerinde yükseliyor. İngiltere'de Reform, Fransa'da Ulusal Birlik, Almanya'da AfD kamuoyu yoklamalarına göre birinci parti. Muhafazakâr sağ bu gelişmeye uyum sağlayarak bu partilerin etrafında birleşmeye başlıyor. Sol ise bu yükselişe ayak uyduramadığı için direnemiyor. Bu durum ana akım yorumcularda bile kaygı yaratmaya başladı.

Sağın bu birlik refleksi, ideolojik bir tutarlılıktan değil, son derece sade bir siyasal sezgiden besleniyor: İktidarı istiyorsan yan yana duracaksın.

Sağ siyaset bu gerçeği içselleştirmiş durumda. Seçim dönemleri geldiğinde kişisel husumetler, fraksiyon çatışmaları, tarihsel hesaplaşmalar arka plana itiliyor; ulus, düzen, güvenlik, göçmen karşıtlığı gibi güçlü başlıklarda bir birlik görüntüsü oluşuyor. Sağ, seçmene basit bir proje sunuyor; tek bir yön gösteriyor.

Solun durumu çok farklı. evreciler, sendikacılar, sosyal demokratlar, sosyalistler, sol liberaller ve kimlik siyaseti hareketleri... Hepsi bir arada ama ortak bir hedefe doğru değil; birbirlerinin gölgesine basmamaya çalışarak yürüyorlar. Her grup kendi meselesini vazgeçilmez, ertelenemez, pazarlık edilemez bir öncelik olarak görüyor. Ötekinin tüm siyasi duruşunu, aradaki tek bir farka indirgeyerek ikna etmeye çalışmak yerine dışlıyor. Böylece, solun potansiyel enerjisi politik bir güce dönüşemiyor. Kritik anlarda bile sol, enerjisini dışarıdaki rakiplerine değil, kendi içindekilere yöneltmeyi tercih ediyor. Bertolt Brecht, "Radikallerin miğferlerinde hep delikler olur; bunların bazıları da gerçekten düşmanlar tarafından açılmıştır" demeyi severmiş. Gerçekten de sağda birleşmeyi kolaylaştıran pragmatizm, solda yerini "haklı çıkma", birbirinin miğferinde delik açma arzusuna bırakıyor.

Bu durumun tarihsel bir arka planı da var. Soğuk Savaş döneminde egemen (Stalin, Troçki, Mao) bölünmeler, sosyal demokrasi ile komünizm arasındaki eski kavgalar, sendikal hareket içindeki kırılmalar... Bütün bu bagaj bugün hâlâ solun zihninde yer tutuyor, işbirliğini neredeyse duygusal bir meseleye dönüştürüyor. Birçok solcu için başka bir sol fraksiyonla yan yana gelmek, geçmişte yaşanmış bir ihanetin üstünü örtmek gibi algılanıyor.

Dijital çağ ise sağ ve sol tutumlar arasındaki bu asimetriyi daha görünür, daha sert hale getiriyor. Algoritmalar kısa, basit ve duygusal mesajları, karşıtlıkları ödüllendiriyor.

Sağ, bu yeni ekosisteme "ulus", "düzen", "güvenlik" gibi tek kelimelik manşetlerle kolayca uyum sağlıyor. Solun elinde ise birbirinden değerli ama birbiriyle sürekli yarış halinde olan taleplerden oluşan uzun bir liste var: iklim adaleti, sınıf mücadelesi, sosyal devlet, ırkçılık karşıtlığı, cinsiyet eşitliği... Bu çoğulculuk demokratik bir zenginlik elbette ama aynı zamanda anlatıyı bulandırıyor. Solun "hikâyesi" bir türlü netleşemiyor.