Kurultayların Gölgesinde CHP

Cumhuriyet Halk Partisi'nin tarihine bakıldığında, kurultayların partinin siyasal gelişiminde merkezi bir rol oynadığı görülür. CHP'nin tarihi kurultaylarla şekillenmiştir desek, herhalde yanılmış olmayız. 1927'deki İkinci Kurultay, "Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Milliyetçilik, Devletçilik ve İnkılapçılık" ilkelerinin partinin ideolojik pusulası haline gelmesini sağladı. 1935 Kurultayı, bu ilkelerin altı ok şeklinde sembolleşmesiyle CHP'nin yalnızca bir parti değil, devletin kurucu kimliğiyle özdeşleşen bir yapı olduğunu ilan etti. Nitekim aynı altı ok, 1937'de anayasaya dâhil edildi. 1946 Kurultayı, tek parti döneminden çok partili hayata geçişin sancılı tartışmalarına sahne oldu. Açık oy, gizli sayım meselesiyle Türkiye'nin demokratikleşme tarihine damgasını vurdu. 1980 darbesi sonrası kapatılan CHP'nin yeniden siyaset sahnesine dönüşü ise 1992 Kurultayı'yla oldu. Bu kurultay, partinin 12 Eylül sonrası demokrasiye uyum arayışını temsil ediyordu. 2010 Kurultayı'nda Kemal Kılıçdaroğlu'nun liderliği devralması, CHP için yeni bir dönemin kapısını araladı. 2018'deki tüzük kurultayı ve 2023 sonrası olağanüstü kurultay çağrıları ise partideki değişim taleplerinin sürekliliğini gözler önüne serdi.

Bu tarihsel arka plan, bugünkü tartışmaları daha iyi anlamamıza yardımcı oluyor. Çünkü CHP'de kurultay, hiçbir zaman sadece teknik bir toplantı olmadı. Siyasal hesaplaşma, parti içi iktidar mücadeleleri ve dışarıya mesaj verme aracına dönüştü. Bugünlerde yeniden alevlenen kurultay tartışmaları da bu uzun zincirin yeni halkalarıdır.

Siyaset bilimi alanında partilerin kongre ve kurultaylarının işlevleri üzerine çokça çalışma yapılmıştır. Richard Katz ve Peter Mair'in "kartel parti" tezi, partilerin giderek devlet kaynaklarına bağımlı hale geldiğini, iç demokrasilerinin ise biçimsel bir nitelik kazandığını ileri sürer. Bu bağlamda kurultaylar, bir yandan katılımcı demokrasinin vitrini olarak sunulurken öte yandan parti elitlerinin kontrol mekanizmalarını yeniden kurdukları araçlara dönüşür. CHP'nin kurultay deneyimleri de kurultayların bu ikili işlevini açıkça ortaya koyuyor.

Nisan ayında yapılan olağanüstü kurultay, özellikle hukuki açıdan dikkat çekici bir hamleyle gündeme geldi. Parti yönetimi, kurultayın başında güvensizlik oylaması yaparak mevcut yönetimi düşürdü, ardından aynı kadroyu yeniden seçti. Bu sıra dışı yöntem, aslında açılmış olan mutlak butlan davasını etkisizleştirme stratejisiydi. Bu stratejinin bize gösterdiği şey ise siyasal partilerin aynı zamanda hukuki mücadele alanı olduğudur. Guillermo O'Donnell ve Philippe Schmitter'in "sınırlı kurumsallaşma" kavramı, bu durumu açıklamak için elverişlidir. Siyasal aktörler hukuku kendi siyasal tercihlerine uyarlamak için pragmatik çözümler üretirler. CHP'nin kurultay manevrası da bu tür çözüm üretme arayışının bir ürünüdür.

Kurultayların bir diğer boyutu ise liderlik tartışmalarına sahne olmasıdır. Kemal Kılıçdaroğlu'nun uzun liderliği sırasında da görüldüğü üzere, parti içi muhalefet değişim talebiyle olağanüstü kurultay çağrılarını gündeme getirmiştir. Bu noktada Giovanni Sartori'nin "fraksiyonlar" kavramı önemlidir. Parti içindeki farklı fraksiyonlar, alternatif programlar ve kadrolar üretebilir ancak mevcut yapı onları kontrol altında tutar. CHP kurultaylarında da sürekli olarak benzer bir tablo söz konusudur; muhalif sesler çıkar, ancak kurultay sonunda çoğu zaman mevcut liderlik yeniden meşruiyet kazanır. Bu durum, her kurultayı aynı zamanda bir hayal kırıklığına dönüştürür.

Kurultay tartışmalarının merkezinde yer alan konulardan biri de delege seçim sistemidir. Delege yapısı, CHP'de karar alma süreçlerinin geniş üye tabanından ziyade sınırlı bir elit grubun kontrolünde olduğunu gösteriyor. Robert Michels'in ünlü "oligarşinin tunç kanunu" burada birebir geçerlidir: Ne kadar geniş bir üye tabanı olursa olsun, karar alma süreçleri giderek dar bir elitin elinde toplanır. CHP'de doğal delegeler, blok liste uygulamaları ve kota tartışmaları bu yapının somut örnekleridir. Her kurultay öncesi daha demokratik bir tüzük söylemleri yükselir, ama çoğu zaman bu vaatler ya ötelenir ya da kısmi düzenlemelerle geçiştirilir. Dolayısıyla kurultaylar, parti içi demokrasiyi güçlendirmekten çok elitler arası iktidar mücadelesi alanına dönüşür. Bu duruma "parti içi klientalizm" adı verilmiştir. Delegeler, kendi bağımsız iradelerinden çok yerel hiziplerin ve patronaj ilişkilerinin etkisi altında karar alır. Bu nedenle kurultay, demokratik bir forum olmaktan ziyade kontrollü bir elit müzakeresi görünümü kazanır.