Dünya, yer altına odaklandı.
Nadir toprak elementleri...
ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşlarının tam merkezinde duran bu elementler, yeni dünyanın petrolü olarak görülüyor.
Ancak belki de en dikkat çekici gelişme, bu alanda Türkiye'nin adının giderek daha yüksek sesle anılması.
Japonya'nın önde gelen gazetelerinden Nikkei Asia da bu kervana katıldı. Gazete, "Türkiye, 12,5 milyon tonluk nadir toprak elementi rezerviyle küresel tedarik zincirini değiştirebilir" manşetiyle çıktı. Avrupa ve Amerikan medyası da Türkiye'nin toprak altındaki gücünü işaret etti. Bu, Türkiye'nin büyük oyuncu adayı olduğunun da kanıtı.
Peki neden bu kadar önemli bu elementler
Çünkü artık hayatımızın her yerindeler. Akıllı telefonlar, rüzgâr türbinleri, LED aydınlatmalar, düz ekran televizyonlar, elektrikli araç bataryaları hatta kanser tedavisinde bile kullanılıyor. Bir anlamda, modern yaşamın kalbi bu elementlerle atıyor.
Ve mesele yalnızca sivil teknoloji değil; savunma sanayii açısından da durum aynı derecede kritik.
Savaş uçaklarından denizaltılara, lazer sistemlerinden uydulara kadar pek çok stratejik alanda bu elementler kullanılıyor.
Yani, dünya güç dengesi artık sadece petrol sahalarında değil, toprağın derinlerindeki bu nadir cevherlerde şekilleniyor. Lantan, seryum, neodimyum, samaryum gibi hafif elementler ve itriyum, terbiyum, disprosyum gibi ağır elementler, geleceğin teknolojilerinin yapıtaşları. Bu elementleri elinde bulunduran ülkeler, sadece enerji değil, güvenlik ve ekonomi açısından da bağımsızlık kazanıyor.
Türkiye, sahip olduğu rezervlerle bu tablo içinde yeni bir sayfa açma potansiyeline sahip. Ancak burada asıl mesele, sadece toprağın altında ne kadar zengin olduğumuz değil; o zenginliği nasıl işlediğimiz. Eğer teknolojiye, Ar-Ge'ye ve sürdürülebilir madenciliğe yatırım yapılırsa, ülkemiz sadece bir hammadde ihracatçısı değil, küresel bir teknoloji tedarikçisi haline gelebilir. Kısacası, Ankara geleceğe artık daha güvenli ve daha güçlü bakıyor.
Toprağın altındaki bu sessiz güç, Türkiye'nin yeni gücü olarak öne çıkıyor.
SON DERSİMİZ SAVAŞ!
Almanya İçişleri Bakanı Alexander Dobrindt'in son açıklaması Avrupa gündemini karıştırdı.
Dobrindt, öğrencilerin "savaşa hazırlıklı" olması gerektiğini söyleyerek, her okul yılında iki ders saatinin olası tehdit senaryolarına ayrılacağını belirtti. Üstelik bu eğitimi, "okul hayatının doğal bir parçası" olarak tanımladı. Bu sözlerin ardında sadece bir güvenlik refleksi değil, derin bir korku gizli.
Çünkü bugün sadece Almanya değil, Avrupa Birliği'nin birçok ülkesi olası bir Rusya saldırısının endişesini taşıyor. Ukrayna savaşıyla birlikte Avrupa, uzun süredir unuttuğu savaş gerçeğiyle yeniden yüzleşiyor. Ancak bu kez cephelerde değil, sınıflarda alarm veriliyor.
Psikologlara göre ise mesele çok daha hassas:
İlköğretim çağındaki çocukların savaş kavramıyla tanıştırılması, onlarda kalıcı travmalara yol açabilir. Henüz oyun çağındaki çocuklara "tehdit senaryoları" öğretmek, aslında barış kültürünün altını oymak anlamına gelmiyor mu
Avrupa bugün "savaş derslerini" tartışırken, akıllara Gazze geliyor.
Aylardır bombalar altında yaşam mücadelesi veren, ailesini kaybeden, korku içinde büyüyen o çocuklar... Onların psikolojisini, onların yarınlarını düşünen var mı Evet birkaç ülke.

3