Sir Percy Loraine Atatürkü anlatıyor (2)
Sevgili okurlarım, İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi Sir Percy Loraine'nin 10 Kasım 1948 günü, Atatürk'ün ölümünün 10. yıldönümünde BBC'de yaptığı ilginç konuşmanın ilk bölümünü dün sizlere iletmiştim.
İkinci ve son bölümün tam metni ise aynen şöyle:
"Atatürk, Cumhuriyet'in ilk yıllarında, bugün bizim halk idaresi diye bildiğimiz yönetim için zamanın ve halkın henüz hazır olmadığını biliyordu. Halk, sultanlık ve imparatorluk devrinin gelenekleriyle yoğrulmuş bir durumdaydı.
Bu alanda İttihat ve Terakki günleri de bir değişiklik getirmemişti. Onun için önce hem bu halk, hem de kabinede görev alan bakanlar, anayasanın kendilerine yüklediği yeni sorumluluklar konusunda eğitilmeliydi. Bu arada bir yandan da işlerin yürütülmesi, Türkiye'nin modern, ilerici bir devlet olarak ihtiyaçlarının incelenmesi ve bu ihtiyaçların eldeki kaynakların yettiği ölçüde karşılanması gerekiyordu.
Hepsinden önemlisi, uzun ömürlü bir iktisat sistemi kurmak şarttı ve Atatürk daha 1923 yılında, çekinmeden, ulusuna, böyle bir sistem on yıl içinde kurulmadıkça Kurtuluş Savaşı'nda katlanılan sıkıntıların ve gösterilen çabaların boşa gideceğini söylemiştir.
Kemal Atatürk'ün ileriyi görüşü o kadar keskin ve isabetli, olayların alacağı yön, halkın duyguları ve Türkiye'nin dış ilişkilerinin gerekleri konusundaki sezişi o kadar doğruydu ki, çevresindekiler kendilerine güç ve karışık gelen meselelerde ne yolda hareket edeceklerini O'na danışırlardı. Bu gibi durumlarda karşısındakine her zaman yardıma hazırdı. Ancak emretmez, sadece yol gösterirdi.
Peki, dış siyasette Atatürk diktatörce denebilecek neler yaptı Hiç. Komşuları yeni Cumhuriyet'in bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı gösterdiği sürece, O da barışçı, uzlaşıcı, savaşı önleyici, dostça bir siyaset güttü.
Rusya ile olan çekişmeler durduruldu. Yunanistan'la olan kavgaya son verilip yakın işbirliğine geçildi. Yalnız Bulgaristan'ın katılmadığı Balkan Antlaşması'yla Balkanlar'daki anlaşmazlıklar bir çözüme bağlandı. İran, Irak ve Afganistan'la yapılan Sadabad Saldırmazlık Paktı ile Türkiye'nin Doğu sınırlarında barış kesinlikle sağlandı. Fransa ile ilişkiler iyi ve dostçaydı. Faşist İtalya ile normaldi. İngiltere'yle tam bir uzlaşmayla kalınmamış, bugün sürdürüldüğüne çok sevindiğimiz yakın ve dostça ilişkiler de geliştirilmiştir.
Atatürk, ismet İnönü, Loraine, İngiltere Kralı 8. Edward.
Ve son olarak, Atatürk Türkiye'sinin kendi sınırları konusunda güttüğü siyaset, bu sınırların değişmez olduğudur. Bütün yukarıda saydıklarımızın diktatörlük siyasetiyle bir ilgisi var mıdır Bu sorunun cevabı elbette 'hayır'dır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, Mustafa Kemal'in ortaya koyduğu eser, zaman karşısında geçirdiği sınavı başarıyla atlatmış ve atlatmaktadır. Bugün Türkiye sağlam temellere dayanan bir ülke olmakla kalmayıp felaketlerle dolu, kararsız dünyamızda bir denge unsuru olmaktadır. Ne istediğini biliyor, dostlarını biliyor ve çizdiği yolda kararlı adımlarla ilerliyor. Antlaşmalarına sadıktır...
Bu konuşma için hazırladığım plan, dinleyicilerime Atatürk'ün bir portresini çizmek, Cumhuriyet'in kurucusu olarak başardığı işleri kısaca anlatmaktı. Onun özel hayatından pek söz etmediğim ileri sürülebilir. Ancak bunun bir nedeni var. Bir kere bir büyükelçinin görevli bulunduğu ülkenin devlet başkanı ile olan ilişkileri ister istemez resmîdir.
Atatürk için bu özellikle böyleydi çünkü O, resmî ziyaretlerin gerektiği durumlar dışında elçilerle görüşmez, özel davetlerde bulunmazdı. Ne kıskançlıklara, ne gibi çekememezliklere yol açacağını pekiyi bildiğinden, hiç kimse için bu kuralın dışına çıkmazdı. Sonra Atatürk, diplomatik temsilcilerin kendisine değil, dışişleri bakanına başvurması gerektiğini açıkça belli ederdi.
Bu kesin tutumunun haklı nedenleri vardı çünkü kendisinin dışarıya karşı Cumhurbaşkanı olarak görevleri icra değil, temsil görevleriydi. İcra görevi hükümete aitti ve diplomatik temsilcilerle yapılan görüşme ve konuşmalar hakkında Cumhurbaşkanına bilgi vermek gene hükümetin yapması gereken bir işti.
Gene de, itimatnamemi sunuşum, kralın tahta çıkışını haber verişim gibi resmî ziyaretlerde, söyleyeceklerimi söyleyip ödevimi bitirince oturmamı söylerdi ve konuşurduk. Dışişleri bakanı da hazır bulunurdu. Şüphesiz bunlar pek seyrek olaylardı ama ben bu konuşmaları ilgi çekici ve çok faydalı bulurdum.
Konuşmamız pek resmî geçerdi. Ancak gene de ara sıra kişisel bir yakınlaşma olur, birbirimizi ölçüp tartmak için fırsat bulmuş olurduk. Genel olarak Türkçe konuşurdu. Ben bu dili pek az bildiğimden dışişleri bakanı tercüme ederdi. Arada bir Fransızca kullandığı olurdu. Fransızcası akıcı değildi ama meramını anlatabilirdi.
Yılda bir kere kabul verirdi, o da 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nın akşamı. O sabah, Büyük Millet Meclisi'nde üniformalarını giymiş yabancı devlet elçilerini ve elçilik ileri gelenlerini sırayla huzura alıp, tebrikleri kabul ederdi. O günün akşamı bakanların, mebusların, yüksek rütbeli subay ve memurların, tanınmış kişilerin ve kordiplomatiğin hazır bulunduğu büyük ve zengin bir davet düzenlenirdi. Kordiplomatik mensupları ayrı bir odaya alınır ve orada Cumhurbaşkanı kendisine çok yakışan o ağırbaşlı haliyle herkesi ayrı ayrı selamladıktan sonra bir koltuğa oturur ve yaveriyle hazır bulunanlardan bazılarını çevresindeki topluluğa katılmaya davet ederdi.